Attığı her adımla birlikte kendisini müziğin ritmine bırakıyor, içine bir heyecan doluyordu. Müziğin tınısı netleştikçe kendinden bir şeylerin kayıp gittiğini hissediyordu. Sese yaklaştıkça bedenini kaplayan ürperti, ruhuna ilişmeye başlamış; yüreğini şefkat kaplamıştı...


— Evet Minnoşum. 


Minnoş: Kitabını okudun mu?


— Evet cancağızım. 


Minnoş: O zaman?


— O zaman?


Minnoş: Müziko vakti!


Minnoş nine laternayı köşesinden çıkardı. Kuru bir bezle sildi. Haftanın neredeyse her günü bu laternayla müzik dinlerdi; ama kullanmadan önce ve kullandıktan sonra muhakkak temiz kuru bir bezle silerdi. Kemal Bey, Minnoş'u laternayı temizlerken gördüğünde boyasını da kazıdığının farkında mısın güzelim, der Minnoş da sen sus diyen bakışlarını savururdu. Sonra da eskilerden kim kaldı ne kaldı ki? Biraz saygı! derdi. Kemal Bey de bu keyifli atışma üzerine son satırına kadar okuduğu günlük gazetesini alır, çatı katına çıkardı. Bu sürekli böyleydi. 


Minnoş: Gel bakalım. Tut şunu da başlayalım artık. 


 (Süslü tefi eline tutuşturdu)


Minnoş: Unutma haylaz oğlan, elinin tersiyle, elinin tersiyle...


(Minnoş laternanın başına geçti ve çevirmeye başladı...)


Çoğu kişinin ismini bile duymadığı bu müzik kutusu, tarihi garın içerisine ritim salıyordu. Gezginlerin ve çocukların yoğun ilgisiyle âdeta kendini odak noktası ilan etmişti. Gar, inşa edildiği zamanın güftelerini konuklara dinlettirmekten keyif alıyor gibiydi.


El emeği göz nuru, binlerce çivinin üstüvane etrafında belli bir nizamla çakılmasıyla oluşan, küçük bir piyanoyu andıran bu harika müzik kutusu, eskilerin hayran olduğu en latif besteleri misafirlerine sunmaktaydı.