Karanlık Sonlar Her Zaman Vardır.
Lauten Der Seele'nin ikinci albümü olan Die Mariengrotte als Trinkwasseraufbereitungsanlage resmen sizi ruhunuzu alıp başka diyarlara götüren bir çalışma olmuş.

William Basinski ve The Caretaker izlenimlerini hissettiren bu albümde bir temaya bağlı kalmayıp iyi ve kötü hissettiren (bu iyi anlamda) ses dizaynına sahip çok iyi bir işçilik. Özellikle iki müziğin giriş parçası inanılmaz huzurlu hissettiriyor. Ses seçimleri birbirine karışmadan seçebiliyorsunuz. Tüm sesler birbiri ile uyumlu. İlk başta yaşadığınız o huzurlu ambiyans 4-5 dakika sonra karanlığa doğru çökmesi ve sizin de buna yavaş yavaş alışıyor olmanız gibi temel bir unsur var. Bazen sessiz, bazen sadece minik minik konuşmalar en son olarak kayıt parçalarından çıkan bozuk sesler. Ne diyebilirim ki? Mükemmel bir dizaynla tasarlanmış iyi ve kötü dengesini mükemmel uyum sağlamış bir albüm bu.

Kendinizi iyi hissettiren melodilerde fark edeceksiniz ki sesler tam bir kaos halinde olmasına karşıt cennete adımları atılan bir cennet bahçesine doğru ilerliyorsunuz. Sesler ve ses seçimleri o kadar doğru ve uyumlu hissettiriyor ki o ses ayrımları fark ettiğinizde gerçekten içinizden sadece ''vay canına'' demek düşüyor. Kötü hissedilen kısımlar ise oldukça minimalist ve Basinski hissiyatları uyandıran hem yavaş hem de akışkan şekilde müziğin ölümünü hissediyoruz.

Müziği yavaşça ve doğru şekilde öldüren sanatçımız daha sonraki hamlelerde tekrar müziğin dirilişini hissettirecek nüanslar yapıyor ve size bir plot twist edasıyla şaşırtıyor. Gelin görün ki bu güzel ve iyi kısımlar ne yazık ki o kadar uzun sürmüyor. Tıpkı bir hayat gibi karanlık sonlarla biten bir macera olduğunuzu fark ettiğinizde bunun karanlık bir tema içerisinde olduğunuzu fark ediyorsunuz.

Yine de bu kötü hissettiren kısımlar müziği kötü etkiliyor mu? Sorusunu sormanıza sebebiyet veriyor olabilir. Kesinlikle hayır! Bu müziğin temel ana amacı bu ve bunun farkında olup dinleyince ne kadar güçlü bir hikaye olduğunu kesinlikle fark ediyorsunuz. Minimalizm altında ölen parçalarla sanatı ve sanatın ölümünü tekrar sorgulamamıza olanak sağlıyor. Müzik insanları iyi hissettiren bir unsurdur. Eğlendirir ve mutlu eder. Bu müzik ise bir deneyim. Kötü hisler besleseniz bile bu müziğin sonu iyi bitmeyeceğini bilmenize rağmen o gerçek hikayenin akışında gitmek ve sonrasında ne olacağını bilmek istiyorsunuz. Özellikle son parçası müzik için mükemmel bir feryat. Bu yüzyılın müzik sanatına ışık uyandıracak bir hikayesine sahip olduğunu düşünüyorum.

Bilinmezlik o kadar büyük etkiliyor ki sizi. Albüm kapağı ile birlikte hissedilince zaten müziğe kitleniyorsunuz adeta. Albüm kapakları müziği anlamanın gerçekten yüzde %50'dir ben buna inanıyorum. Sevmediğim bir kapak olunca veya ilgi çekmeyince önyargı ile yaklaşıyorum. Bu albüm kapağı ise tam bir muamma, ışıklar çok canlı olmasına rağmen ambiyans ölü ve korkutucu.

Ayrıca arada folk, opera, post-minimalizm ve öykü müzikleri gibi türlerde aşırı baskın bu albümde. Çok fazla tür hissettirdiği doğru ve bunu harmanlamak büyük bir başarı ister. Ben bu çalışmanın, bu türleri harmanlamasını çok başarılı buldum. Ağlatacak derecede güzel geçişleri hissedeceksiniz. Tam bir soyut dışavurumculuk hissiyatı yaşayan, içinden dilediği gibi akan, bunu bize yansıtabilen mükemmel bir hayalperestin melodileri.

Maalesef bu tür herkese göre değil. Çünkü müzikal olduğu anlamda çok başarılı olsa bile sizi kötü hissettiren melodileri duyduğunuzda uzaklaşmanız çok büyük bir olasılık. Bunu müzik dinlemek yerine bir deneyim veya hikaye gibi dinlediğinizde çok farklı sonuçlar elde edecek ardından bu albümü seveceksiniz. Müziğin son çırpınışlarını hissedin.

Diyecek bir şey yok. Sonu karanlık biten bir şaheser.

Müziğin öldüğü an.

https://www.youtube.com/watch?v=bh3pzv9KUm0&list=OLAK5uy_kAB4ZRzaeLnMMRjQmxGvzQ_-7IHng4wR8&index=2&ab_channel=L%C3%A4utenderSeele-Topic