Güneş ışıklarının odama vurmasıyla gözlerimi açmam bir olmuştu. Kendime gelmek için pencereyi açıp derin bir nefes aldım, soğuğun ciğerlerime nüfuz etmesine aldırış etmedim. Bir süre pencereden kalabalığı seyrettim. İşte Karaköy-Kadıköy seferi yapan vapur yanaşıyordu. Manevralarını izlemekten keyif alıyordum. Sonra vapurdan inen o karamsar kalabalığı takip etti gözlerim. Az sonra Karaköy’ün kargaşasına karışıp gözden kaybolacaklardı. Birden o kalabalıktan biri olduğum düşüncesi her yanımı sardı. İçimi tarifsiz bir huzursuzluk kapladı. Pencereyi kapatırken kirli perdelere takıldı gözlerim. Neden bu kadar kirlilerdi? Bir türlü temizlenmiyorlardı. Bir keresinde bütün günümü onları temizlemeye ayırmıştım, nasıl yorulduğumu bir ben bilirim. Onları ilk astığımız gün geldi aklıma. Ne kadar da şık ve temiz görünüyorlardı. Lavinia ile birlikte seçmiştik onları. Perde seçmeye bayılırdı. Onun bu tutkusunu keşfedince onu her seferinde bir bahaneyle perde satan dükkanlara götürdüğümü anımsadım. Yüzümde bir tebessüm belirmişti. Dünkü konuşmamızı hatırlayınca o tebessüm bir anda yerini karamsar bir ifadeye bıraktı. Sesi tarifsiz bir endişe yaratmıştı bende. Sanki dünyadaki bütün perdeleri bir araya toplayıp yakmışlardı da yeni haberi oluyordu. "Görüşmemiz gerek." demişti. "Peki..." diyebilmiştim o içerisinde her tondan hüzün barındıran ses tonunu duyunca. "Yarın öğleden sonra Minoa’da görüşürüz." dedi kapatmadan önce. Minoa’yı duyunca üstüme bir rahatlık çökmüştü. İlk tanıştığımız yerdi orası. Bundan olsa gerek Akaretler’in en sevdiğim restoranıydı. Oradaki sayısız anımız film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Saate baktım, yelkovan bir ileri bir geri gidiyordu sanki. Aniden daha önce hiç olmadığı kadar susadığımı fark ettim. Vücudumdaki bütün su çekilmişti. Hızlı adımlarla mutfağa yürüdüm. Tezgah epey karışık görünüyordu. En son ne zaman temizlemiştim sahi? Temiz bardak ararken gözüm kirden adeta rengi değişmiş ocağa takıldı. Ocağın üstünü kirli bırakmamdan nefret ederdi. Bir anlık hevesle temizlemeye koyuldum ama ne yaparsam yapayım lekeler çıkmıyordu. Kim bilir ne kadar süredir kirliydi? Neden daha önce denemedim ki diye düşündüm. O sırada son görüşmemiz geldi aklıma. Son kavgamız mı demeliydim? "Görüyorsun işte, olmuyor." demişti. Özür dilemekle yetinmiştim. Neden dilediğimi bile bilmiyordum, sadece bitsin istemiyordum. Çok geç, deyişi gözümün önünden gitmiyordu. Neden çok geçti ki? Biraz uğraşsambu perdeleri eski rengine kavuşturur, mutfağı pırıl pırıl yapar, onunla da eskisi gibi olurdum. Tüm bunları düşünürken vakit öğle olmuştu. Ondan önce orada olayım diye düşündüm. Çıkmadan gözüm en sevdiği ceketime ilişti. Şu ceketi giyince gözlerimi senden alamıyorum demişti bir seferinde. Ceketi giyip kapıyı çektim ve merdivenleri ağır ağır indim. Sahil rüzgarı yüzüme çarpınca biraz olsun rahatladım. Yanaşan vapurun manevralarını izlerken dudaklarımın arasından şu sözler dökülüverdi:

“Sana gitme demeyeceğim. Ama gitme, Lavinia!”*