Gözlerim,

Ufka dalarken buluştu seninle.

Dolandılar bir ağ gibi,

Birbirleri uğruna sarıldılar.

Ellerim;

Başıboş sallanırken takıldı sana,

Yapıştılar birbirine, ayrılmadılar daha da.

Tüm bedenim,

Oluşun sarhoşluğunda,

Gezinirken çarptı sana.

Ve işte o an, hissiz evrenime bir leke bulaştı;

Çıkmadı, orada kaldı,

Kaldığı kadar anlamı vardı.

Hayatım,

Onca minik yaşantının arasında,

Soluk bir karaltıdan ötesi değildi ki?

Peki ya neydi bu leke?

Kirletti mi beni, yeşertti mi?

Ondan sonra, yeniden çarpıştık,

Kendiliğimizden koparak, 

Birbirimize kaçıştık.

Sarıldık birbirimize, 

Bir olduk bir müddetçe.

Sarıldık uzaklardan, 

Kör olduk bu azimette.

Bize doğru muydu bu hayat,

Yoksa, bize rağmen miydi hayat?

İki türlü de, büyüdü leke.

Kanat mıydı beni göğe çıkaran,

Yoksa sen miydin,

Beni devasa bir anlam havuzuna koyan?

İki türlü de, artık o leke kapladı beni.

Önceden ölü kağıdın üstünde,

Varoluşa dair tek hezeyandı bu leke.

Şimdi ise her köşemden fışkıran,

Her yere adını haykıran bir cereyandı.

Göğe de sırnaştı o lekeden öte.

Silüetler birer bedene dönüştü,

O bedenler kaynaştı, bir oldu.

Artık hiç de olsa,

Manzarayı kapatan sise,

Bir Güneş asıldı.

Yeryüzü yine üzerini değiştirse de,

En azından gülüyordu böylece.


7 Mayıs 2024 gecesi 4:18