Babam tanıdığım en önemli mucitti. Yan oyuktaki ateşi bulan adamdan bile daha önemliydi benim için. O gösteriş budalası, kutsanmış bir yol gösterici gibi saygı görürdü. Resmi bulan adamsa daha beteri; koloni içinde herkes onu severdi, herkesi aynı şekilde çizer ama o hilkat garibesi, çizimlerin her biri farklı birini tasvir ediyormuş gibi anlatırdı. Anlatırdı derken ellerini ve kollarını sağa sola sallar, hararetle parmaklarını bir çizime dokundurur ve mağaradaki savaşçılardan birini gösterirdi. Mızraklı büyük karalamaysa en güçlü savaşçımız olurdu, bu da savaşçının onu kendi kanatları altında tutmasını sağlardı. Babam mı? Babam ağızla konuşmayı, yani kelimeleri buldu. Ondan önce sopaları ağaçlara, taşlara vurarak veya "ugaaaaa" diye bağırarak anlaşırdık. İşimize yaramıyor değildi tabii; bir vuruş güvenli, iki vuruş tehlike, üç vuruş savaşçılar döndü anlamına geliyordu. Ama eksik yönleri de vardı, tehlikeli bir anda gözcü hızlıca vurur ve bazı insanlar bunu yanlış bir vuruş olarak algılar ve canavarların saldırısına uğrardı. İki yerine bir vuruş anladığı için annemi ve kardeşimi bir saldırıda kaybettim. Gözcü ceza olarak herkesin içinde taşlanarak öldürülürdü ve o gün gözcü abimdi. Büyük bir trajedi sayılmaz aslında, bizi ölümden çok yaşamak şoka uğratıyor. Bir sonraki döneme yetişen mağara fertleri adeta kutsanmış gibi hissederdi. Konudan sapmaya başladım. Kısacası babam tehlike, güven ve korucu gibi kelimeler üretti, böylece kimse ailemin yaşadığı gibi şeyleri yaşamayacaktı. Ama babam yaşlılara bunu gösterdiğinde ona canavar gibi baktılar, kelimeleri söylediğinde ondan kaçtılar. Ateş, tanrı işiydi; konuşmak canavarca. Sanırım böyle düşünüyorlardı. "Uga uga" neyimize yetmiyordu? Babam yine de kelimeler bulmaya devam etti. Kendine Dely ismini bile buldu. Bana Lemu ismini koydu. Sonra ateşi gösterip Lemu dedi. Ben ateştim. Bir süre sonra yaşlılar inatlarını kırıp babamın öğrencisi oldu, çünkü gözcülerin sesli işaretleri çok fazla ölüme yol açıyordu. Sonra mağara halkına konuşmayı öğrettiler. Daha kötüsü ise onu kendileri bulmuş gibi davrandılar. Mağaradakiler onlara ateşi bulan adamdan daha yüce gözüyle baktılar. Ateşi bulan adam kutsanmıştı, kelimeleri bulanlar ise kutsayan. Babam karşı çıkmadı, onun için önemli olan daha çok insanın hayatta kalmasıydı. Ama yaşlılar korktular, onların olan güç ellerinden alınır diye korktular. Bir karga vakti avdan döndüğümde, oyuğumuzda babam parçalanmış halde yatıyordu. Yaşlılar yanı başında duruyor, "canavar onu parçalamak" diyorlardı. Ayaklarındaki kanı görmediğimi sanarak. İşte, dedim onunla yalnız kaldığımda. İşte kurtarmak istediğin insanlar ve işte ödülün. Ağlamadım, ağlamak Lemu'yu söndürür. İki karga vakti sonra gözcü bendim ve Tanrı benden taraftaydı çünkü uzaktan vahşiler av canavarlarıyla bu tarafa geliyordu. Mızraklarında savaşçılarımızın kafası önünde sağ kalan birkaç toplayıcı. Savaşçılar geldiğinde herkesin karşılamaya çıkması bir kuraldı. O yüzden sopayla üç defa vurdum ve "Korucu!" diye bağırdım. Kimse kaçmadı, kimse saklanmadı. Kucağında bebeğiyle bir kadını gördüm. Ama içimdeki Lemu her şeyi yakmıştı. Küçük bebek, dedim. Büyümen için güzel bir dünya değildi zaten. Tanıman gereken annenin sıcaklığını yeterince hissettin. Köyüm yanarken çok güzeldi, yaşlılar parçalanırken. Bebeği ve annesini son kez gördüm. Köydeki Lemu çok güzeldi, her şeyi yutarken. Benim içimdeki Lemu ise buz gibiydi yanacak hiçbir şeyi kalmadığından.