Leyla’nın Kardeşleri
İran sinemasını seven biri olarak filmde gözüme çarpan ilk detay 2020 ve sonrasından enstantaneler sunmasıdır. En basitinden değişen makyaj anlayışının bile yansıması filmde mevcuttur. Başrol kadın karakterin tüm film boyunca yaptığı tek makyaj sade ama günümüz makyaj anlayışında makul görülen eyelinerdir.
Yine ABD ile İran arasındaki son yıllarda artan gerilimin yaptırımlarını filmde yoksul bir aile olan karakterlerimiz üzerinden bizler de hissederiz. Ne tuhaf ki dilini dinini orada yaşayan insanları bilmeyen başka bir toplum bir tweetle onlara hükmedebiliyor.
Keza filmde de baba karakterinin deyimiyle ‘’Tweet mi o ne bomba mı’’ ? ifadesi cidden de bomba etkisi yaratıyor. Aslında yönetmenin demek istediği biz Ortadoğu toplumu olarak yıllarca Batı tarafından sömürüldük. Önceleri attıkları bombalarla hayatımızın altını üstüne getiriyorlardı şimdi de tweet ile.
Çünkü artık devir değişti, dünya yeni bir küreselleşmenin eşiğine geldi. Güçlü olanlar artık silah ve bombalara gerek kalmadan sosyal medyanın yıkıcı gücünü savaş aleti olarak kullanabiliyor. Ve yeni dünya düzeni bunu destekliyor.
Filmdeki her sahnede bu yeni dünya düzeninin geride kalmış toplumlarda hele ki o toplumun bile en dip fakir üyesiysen nasıl söz sahibi olduğunu gerek senaryo gerekse güzel oyunculuklar sayesinde görebiliyoruz.
Film, baba karakterinin bir cenazeye katılmasıyla başlıyor. Karakterin içini açmak gerekirse son derece bencil ve çocuksudur. Yetişkin olmanın gerektirdiği sorumluluklardan hep kaçmış olmasına rağmen bunu kabul etmez. Çocuklarından pişkince, kendi ihtiras ve arzuları için tüm ailenin feraha çıkmasını sağlayacak şansı ellerinin tersiyle itmelerini ister. Ona göre çocukları onun bu arzusunu yerine getirmek zorundadır. Çünkü o görevlerini yerine getirmiş olsun olmasın onların dünyaya gelmesinde hak sahibidir, babalarıdır bir kere üzerlerinde hakkı vardır, babaya karşı gelinmez ki o baba sadece biyolojik bir varlık olsa bile… O böyle düşünür. Baba hakkının büyüklüğü İslam’da da yeri olan derin bir konudur. Müslüman ve geleneksel olan İran toplumu için de baba bu nedenle önemlidir. Bundan dolayı babalarının son arzusu mu yoksa kendi refahları mı olan mühim kararda kardeşlerin fikir ayrılıklarına düştüğünü görürüz. Kafasından çok vücuduna yatırım yapmış olan en küçük kardeş Farhad, babasının yanlışlarını, bencilliğini eleştirmez hatta hayıflanmaz bile ona göre o babalarıdır ve laf söylemek evlatlarına düşmez. Bu anlayışla büyümüş olan çocukların akıllarını kullanmadıkları, sorgulamadıkları zaman gençliklerinin hiçbir öneminin kalmadığını bizler de yine geleneksel bir toplum olduğumuzdan biliriz.
İşte tam bu noktada evin kızı rolünü oynayan Taraneh Alidoosti’yi (Leila) görürüz. Leila evin tüm yükünü sırtlamış, anne ve babasının tüm iki yüzlülüklerine, bir türlü olgunlaşmamış karakterlerine şahit olmuş bir kadındır. Tek umudu kardeşi Alireza’dır. Kardeşlerinin aksine evin evden uzak bir fabrikada çalışan oğlunu oynayan Navid Mohamammadzade, (Alireza) yoksulluğun getirmiş olduğu boynu büküklüğü içselleştirmiş etliye sütlüye karışmaktan çekinen, bu saatten sonra biz mi düzelteceğiz kafasında olan bir adamdır. Tüm bu negatif enerjisine rağmen hem erkek kardeşleri hem de Leila onun kendinden bile saklı tuttuğu gücünün farkındadır. Zaten film boyunca kardeşlerinin ağzından hep aynı şeyleri duyarız: Alireza derse olur, Alireza kabul ederse kabul ederiz vb. ifadeler ona olan güvenlerinin ispatıdır. İşte tam bu noktada kendisine bile faydası olmayan bu adamın ona bu kadar inanılmasına rağmen bi türlü aksiyon almamasının nedenini film bize ufak bir sahneyle verir.
Alireza’nın sevdiği kızla evlenememesinden sonra iyice içine gömülüp umutsuzlaştığını anlarız. Yani onun bu halinin sorumlusu biraz da yaşayamadığı mutluluğudur. Sevdiği kızla gençken bakıştığı sahnedeki gözlerinin ışıltısı onu tekrar yanında çocuğuyla gördüğünde yoktur. Kızı tekrar görür ve kapıyı kapatır, hem kıza hem de küskün olduğu hayata…
Diğer üç kardeş rölünde; evli ve kendi çocuklarına bile bakamayan Parviz’in (Parvaz Aslani) çoğu sahnesinde tüm o yoksulluğuna rağmen karısının yeni doğum yapmış ve halihazırda üç çocuğunun olması yönetmenin topluma yine başka bir eleştirisidir.
Karakter aile evinden yiyecek çalacak kadar yoksul durumdadır ama buna rağmen çocuk yapmaya devam ederler. Erkek çocukları olana kadar… Kız çocuklarını çok sever ve onlardan yana bir problemi yoktur. Fakat bir oğlu olmak zorundadır olsun ki babası artık onunla gurur duyabilsin (!)
Ve evin ele avuca sığmayan ortanca kardeşi Manouchehr (Peyman Moadi) aileden uzakta başka bir evde yaşamaktadır. Kısa yoldan zengin olmanın peşinde olan havai bir tiptir. Filmin sonunda ülkesini terk etmek zorunda kalır. Aslında tek istediği insanca yaşamaktır.
Velhasıl kelam film, biz Türk toplumu için içinde bolca kendi evimizden, komşumuzun evinden bir şeyler bulabileceğimiz yakınlıkta ve anlayıştadır. Benim İran sinemasına dair en sevdiğim nokta işte bu kendimizden bir şeyler görme kısmıdır.
Türk yönetmenler gişe filmleri hariç sanat filmleri yapanlar da ülkenin yüzde seksenini kapsayan yaşantıları görmezden gelip tekdüze alışılmış seküler yaşam ya da karikatürize edilmiş muhafazakar yaşam arasında sıkışıp bir şeyler çıkarmaya çalışıyorlar. Bu da seyircinin sinemaya gitmesini baltalayan en önemli faktör olmuş, oluyor. Çünkü seyirci sinemaya gittiğinde gerçeklikten kendinden ya da arkadaşından bir şeyler görmeyeceğinin o kadar farkında ki … Yani bizim sinema anlayışımızda filmler o kadar film ki bu kırılmadıkça sinemanın da gelişeceğini sanmıyorum. Fantastik bir filmin bizden kaliteli bir şekilde çıkmayacağının nasıl farkındaysak hiçbir türde bir numarayız ya da bu işi güzel yapıyoruz diyemiyorum. Tabi bu tamamen zevk meselesi ve sinemada ne görmek istediğinle alakalı bir durumdur.
Bu da bizim sinemamıza dair ufak bir eleştiriydi… Konumuza dönecek olursak filmi izlemenizi tavsiye ederim. Keyifli izlemeler…