İlkler her zaman özeldir ama bugünü yaşadıklarımın en güzeli, en özeli ilan ediyorum. Zira günü atlatmış, üzerime abanan yorgunluğun etkisiyle çökmüş, ayaklarım şişmiş, saçlarım kafamdan bağımsızlığını ilan edip göz kapaklarım yarıya kadar inmişken bile, içimdeki kıpırtılara engel olamıyorum. Bugün ilk kez sahneye çıktım. Öğrenci, evlat, arkadaş rolünden, kendim olma rolünden sıyrılıp bir saatliğine başka bir kişiliğe büründüm. Büründük; ben ve rol arkadaşlarım gün boyu beraber güldük, beraber sahnemizi hazırladık, kostümlerimizi giydik, beraber heyecanlanıp yine beraber gururlandık. İyi ki demeyi seviyorum ve iyi ki diyorum; iyi ki tiyatroyu seçtim. İyi ki haftasonu tatilimi tiyatroya bağışladım. İyi ki o sahneye çıktım. Hiçbir şey değil; sadece seyircilerin gözündeki ışık bile buna değdiğini gösterdi bana.

   Heyecanım haftalar öncesinden içimde filizlenerek zamanla büyüdü ve son gün yani bugün zirveye ulaştı. Okuldaki ilk beş ders gözüm saatte, zaman geçmek bilmez. Kafamda ezberlediğim replikler. ..Kendimi kırmızı perdenin önünde düşündükçe yaprak gibi titreyen ben...

   Öğle molası kendimi eve zor attım. Nerede benim kostümlerim? Eyvah tekstlerim kayıp! Ya bir şey unuttuysam! Kendimi sakinleştirmek ne kadar da zormuş! Zaten yerimde duramıyorum. Neredeyse koşar adım, soluğu kültür merkezinde aldım. Koca sahne şimdi soğuk, sessiz. Beni izleyen mağrur, emektar kırmızı koltuklar boş. Rol arkadaşlarımla boş binada son hazırlıklarımızı tamamlıyoruz. Soğuğun etkisine heyecan karışınca kokteyl masalarını süslerken titrememek elde değil. Bir yandan neşeliyiz; şarkılar, şakalar havada uçuşuyor. Uzun sürmedi tabi zaman geçtikçe neşeyi oyun seansına saklayıp, kendimizi strese teslim ediyoruz. Işte hepimiz sahnedeyiz. Hocamız yanıbaşımızda. Son prova.

   Daha önce defalarca kez tekrarladığımız rollere şimdi son bir kez kendi aramızda samimi bir aile tablosu çiziyormuş ve misafirlerimiz gelmek üzereymiş gibi girdik.

Gariptir ki zaman, birkaç saat önce matematik dersinde gözlerim saatin ibrelerine takılı kaldığındaki gibi yavaş değil aksine aceleci davranıyordu. Dar, soğuk, bir hayli bakımsız kostüm odasının loş ışığında seslerimizin, heyecanlarımızın bile birbirine karıştırdığı, seyircilerin merakından uzak, duvar boyası dökülmül odada kendimizi sahne için hazırladık.

Ilginçtir; ne kadar korksak da, sahneye çıkmak, seyirciyi görmek için sabırsızlanıyorduk. Sahne arkasındaki bu dakikalar sonra meraklı, gururlu ve mutlu gözlerle buluşacaktı.

Nasıl oldu, ne oldu bilmiyorum. Öncesinde yüzlerce kez duyduğum replikler kulağıma doldu. Neler söyleyeceğim, nasıl söyleyeceğim her şey aklımda. Titreyen bedenimi sahnenin önüne sürükledim. Işte sahnedeyim. Herkes bana bakıyor. Bir yandan konuşup, jest mimiklerimi de ekledim mi tamam. Yaptım işte! Ve en güzeli beni izleyen tanıdık yüzlerdeki mutluluğu , gururu görmek. Işte oradalar! Benim arkadaşlarım orada beni izliyorlar. Gülümsemeye devam.

  Oyun birçok bölümden meydana geldiği için üç kez farklı rollerde sahneye çıktım. Kostüm değiştirirken kostüm odasına koşar adım kaç kere gidip gelmiş, soğuk mermer üzerinde ne kadar kalmış olabilirim bilmiyorum. Tek bildiğim uzun süre ayaklarımı ısıtamadığım.

  Oyunumuz bitti. Selamlama kısmı gülü, çiçeği, en tatlı kısmı. Alkış sesleri, sanki gururumuzun müziği. Insanların oyun hakkındaki güzel yorumları, patlayan flaşlar, elimizdeki tebrik çiçekleri, yüzümüzdeki koca puntolarla işlenmiş mutluluk izleri... Ama bence en güzeli, emeğini esirgemeyen yönetmenimizin bize attığı minnettar bakışlar. Değerli olduğumuzu hissetmek ne kadar güzel. Sevdiklerimle birlikte birlikte heyecanı, mutluluğu paylaşmanın verdiği hazzı nasıl dökerim kelimelere bilemiyorum.

  Oyundaki rolümden çıkıp Gizem kimliğime girdiğimde bile hala oyundan izler taşımaya devam ettim. Gösterdiğimiz başarının ödülünü seyirci beğenisiyle aldığımız yetmedi, bir de çay keyfi yaptık ekibimizle.

  Şimdi gözümün önüne geldikçe yaşadıklarımı, boşver diyorum, ister ayaklarım da şişsin, isterse yorgunluktan bayılıvereyim. Değdi mi diye sor bana sevgili günlüğüm ve iyi izle yüzümdeki ifadeyi.