Düşünce treni çuf çuf çuf tak tuk çuf çuf çuf tak tuk diye beyin kıvrımlarımdan geçerken uyku tutmak bilmiyor, anlatabilmek imkansız. Garipsedim bir anda bu durumu ve eğer bu lanet olası tren uyumama izin vermiyorsa ben de onun taşıdığı düşüncelerimi sizlere ifşa ederim, hem adil bir savaş olmuş olur hem de uykumun intikamını onu herkese duyurarak almış olurum. Nasıl fikir ama? Filhakika zekice bir intikam. (Fevkalade kötüyüm bu gece.) İhtiyar, dumanlı, antika ve hatta inanır mısınız, hâlâ kömür ile besleniyor bu düşünce treni. Son derece dalkavuk, son derece dangalak ve kibirli olan bu düşünce treni beynimin her istasyonunu meşgul etmeyi kendine huy edinmiş; adeta gece sokakları koruduğuna inanan alelade bir bekçi gibi oradan oraya, oradan şuraya volta atmakta ve düşüncelerimi rahatsız etmekte. Hür düşüncelere dalmayagörsün, beynim beni hemen müdahale edip ve o düşüncemi alır farklı bir istasyona bırakır düşündüğüm şeyin asimile olmasına ve unutmama neden olur. İşin trajikomik tarafı, düşüncelerimi öyle güzel kandırmış ki propagandist bir devlet başkanı gibi en zayıf noktalarından vurmayı başarmış, bu engin başarısından dolayı onu lanetliyor ve çüşünüz diyorum efendim. Bilet fiyatlarına indirim yapıp istasyonlar arası ucuz seyahat şansı ve bedava yemek, birden şöyle bir baktım da benim şu düşünce trenim eğer insan olsaydı çok kurnaz bir girişimci ya da diktatör olabilirdi ama sanırım Tanrı dünyaya böyle bir zarar vermek istemeyince işler karışmış ve benim beynime atanı vermiş kendileri... Beynimin kendini var etme istasyonunda özgürlük adı altında bazı düşüncelerim var, sürekli düşünüp onları burada toplarım en sevdiğim istasyon belki bu olmayabilir ama en sevdiğim ikinci istasyon bu. (Birinci en sevdiğim istasyonum obur menü istasyonu, yani envaiçeşit yemek hayalleri kurduğum istasyonum.)

Kendini var etme istasyonumu neden sevdiğimi size biraz anlatmak isterim doğrusu. Öncelikle çok düşünürüm bu istasyonda. Belki saatlerce, belki günlerce, aylarca, hatta belki yıllarca... Düşündüğüm zaman ise düşünce treni hareket edemez ve beni beklemek zorunda kalır beklerde bekler ve bu bana ikinci en çok haz veren şey...

Şimdi de öyle bir evredeyim ve düşünüyorum: Hayattaki tercihlerimizi biz mi kendi hür irademizle tercih ederiz, yoksa tercih etmek zorunda mı kalırız? Bizi bir yaratıcı, (Allah, Tanrı, güç, enerji, ne demek isterseniz artık.) yarattı en nihayetinde, yani buna inanıyorum, yarattı, evet ama düşüncelerimizi de o mu yarattı, yoksa düşüncelerimizin mimarı ya da yaratıcısı biz miyiz? Sonra birden başka bir düşünce beliriverdi istasyonuma ve şöyleydi: Tanrı bize yaşamak için yaşam hakkı verdi, fiziken/ruhen hepimizi var etti ama düşüncelerimizi tek tek kontrol etmeye üşendi ya da uğraşmak istemedi ve her birimizin düşüncelerini kontrol etmek için iki tane düşünce kalendoru tayin etti başımıza. (George OrWell’e selam ve sevgilerimi sunuyorum ve bana ilham olan kitabını -1984’ün düşünce polislerini- farklı bir bakış açısıyla ele almanın heyecanını ve gururunu yaşıyorum, umarım becerebilirim.) Bahsini ettiğim düşünce kalendorlarının kibarca adları ise anne ve baba oluverdi (Tanrı fazlasıyla kibar bir yaratıcı, bunu söylemeden edemeyeceğim.) Öncelik görevleri bizi büyütmek oldu çünkü Tanrı böyle istedi, zaten bir insanın düşüncesine ta bebekken hükmetmek gerekirdi, bunu onlara veren en büyük hak ise bizi büyütmek oldu, yani büyütülme ve bakım ihtiyaçlarımızı karşılamanın diyeti olarak düşünün her şey karşılıklıdır en nihayetinde bu yer kürede. Kiminin düşünce kalendoru iyi kalendordu, kiminin düşünce kalendoru kötü oldu. Bazılarına da biri iyi, biri kötü düşünce kalendorları denk geldi. Ne çıkarsa şansına... Büyütmeyi yanlış anlamaları gerekiyordu, bu düşünce kalendorlarının asıl amacı buydu zaten. Yardımcı olmak yerine, hayatı paylaşmak ya da hayatı beraber keşfetmek yerine bir anda Demokles’in kılıcını ellerine alarak kendi pencerelerinden bakmayı öğrettiler (dayattılar.), yuvamız (kodes) onların beyinleri oldu, penceremiz ise onların her şeye baktıkları kendi gözleri oldu. Onların görmek istediklerini gördük, görmek istemedikleri görmedik yahut onların hissettiklerini hissettik, hissetmediklerini hissetmedik. Nitekim biz büyümeye devam ettik her şeye rağmen hapishanelerimizde, büyümemizin ve onların beyinlerinin (kodes) çapı ters orantılı olduğundan mütevellit kodesin demirlerini genişletmeyi başaranlar büyük fotoğrafı artık kendi penceresinden görmeyi başardı. Ona dayatılan bu sığ görüşlerin sadece birer yanılsama olduğunu ve bugüne kadar bir nevi kör olduğunu anlamış oldu. Gerçekliğin bu karanlık hapishaneden ibaret olmadığını keşfettiler ama kaderine razı gelip sadece düşünce kalendorlarının beyninin içindeki gölge oyununa tamah edenler ise onların nezdinde, yani düşünce kalendorlarının (anne/baba) hayırlı birer evladı olmaya hak kazandılar. Anlattığım bu ikinci grup, hayat onlar için daha kolay oluverdi. Oldukları yerden bir başkasının yönetimiyle, tecrübeleriyle, bakış açılarıyla yaşamak, tabiri caizse hazıra konmak daha tatlı gelmeye çoktan başladı. Birinci gruba baktığımızda -yani hayırsız evlatlar grubu- demir parmaklıkları kaldırıp, kendini gerçeklik okyanusuna atıp çoktan hayatı keşfe çıktı; kendi gözleriyle görmeye ve kendi hisleriyle hissetmeye… Takdir edersiniz ki bu gruptakiler düşünce kalendorlarını reddettikleri için toplum tarafından eksik, örselenmiş, ötekileştirilmiş ve işleri zorlaştırılmış kişilerdir. Biri hayırlı ve itaatkar köle, diğeri hayırsız ve hür. Tabii bu terimler toplumun ve düşünce kalendorlarının bulmuş oldukları ama ben bu iki grubu "hayırlı ve itaatkar köle olanlara ehlileşen ve uysallaşan uyumlu takımı," "hayırsız ve hür olanlara ise ehlileşmeyen uysallaşmayan uyumsuz takımı" olarak ele almayı uygun gördüm. Hayat zaten bu savaşın etrafında dönen bir topaç değil midir? Kim yenecek diye keyifle izleyen toplum ise o topacın kaostan beslenen seyircisi. Uyumluları bir an düşününce onların penceresi olmadığından bizzat bir uyumsuz olarak kendi penceremden olaya bir el atıp birkaç şey söylemek istiyorum: Belki istediğinizi yaptığınızı zannettiğiniz her şey bir şekilde oldu, kabul edildiniz, takdir edildiniz ya da örnek gösterildiniz ama kendiniz için mi yaptınız bunları, yoksa üzerinizde büyük etkisi olan toplum ve kalendorlarınız için mi? kimin için? Baksanıza, cevap bile veremiyorsunuz çünkü cevap verebilecek kendinize ait bir fikriniz hatta arttırıyorum izniniz bile yok. Hayatım boyunca uyumsuz olmayı çok sevdim, hep de öyle oldum. Yaşıtlarım benden kısaydı mesela ilkokulda ya da hepsinden daha iriydim ya da hepsinden daha çok yemek yemeyi seviyordum; matematiğim kötüydü mesela, ayıları ve pandaları çok severdim, küçük şeylerden mutlu olurdum, izlemeyi çok severdim, tiyatrocu olmak isterdim, resim yapmak ve boya yapmayı çok severdim, ekmeğin içini yemeyi, hatta tırnaklarımı yemeyi bile bazen çok severdim. Ben kendim istediğim için böyleydim, kalendorlarım istediği için değil. Onların üzerimdeki tek etkisi bir olup beni bu lanet olası yer küreye getirmiş olmaları. Hiçbir şekilde onların etkisi altında kalmamaya çok direnç gösterdim, çabaladım. Mesela çok basit bir konudan yine örnek vermek isterim: hayatım boyunca kilolu bir uyumsuzdum (Hala öyleyim.) ve kalendorlarım beni değiştirmeye çok çalıştılar. Türlü manipülasyonlar ve dalga geçmeler ya da akran zorbalığı yaşadım ama değişmemeye ve o köhne hapishanenin şeklini almayı reddettim, hep kendim olmak oldu tüm çabam çünkü ben istediğim için ya da ben kendimi nasıl görmek istiyorsam öyle olmalıydım, neyi sevmek istiyorsam onları sevmeliydim diye düşündüm hep. Hayatın birçok alanından örnekler verebiliriz tabii ki ama benim aklıma böyle bir örnek geldi ya da canım öyle istedi ya da uyumsuzluğum tuttu, kim bilir. Düşünce treni sanırım uyuya kaldı, ne çok düşündüğümü fark ettim ışık hızıyla ama ilk başta söylemiştim bu istasyon böyle diye ve sizi tebrik ediyorum. Eğer buraya kadar benimle geldiyseniz sanırım siz de artık uygunsuz davranmaya, uyumsuz olmaya başladınız demektir, istediniz ve okudunuz ve beynimin istasyonlarına yolculuk ettiniz.

Ha bu arada düşünce trenini beraber bekletmiş de olduk, artık suç ortaklığımız da var, bu iş tamamdır, size güzel bir haberim var, uyumsuzsunuz arttık...

Uyum sizsiniz!      

Bu bol kıvrımlı seyahatinizde bizi seçtiğiniz için teşekkür eder, esenlikler dileriz efendim.

  

LOBLOB EKSPRESİ

SİNCE/ 1999