Bugün dik bir yokuşun tepesinde,
Sessiz bir sokağın köşesinde,
Yeşil bir pencerede,
Zayıf bir kadın gördüm.
Loş bir ışık ve dallarından zor görünen
silüeti
Telaşlı çekingen adımları, var yok bir
tıkırtı
Kahve bardağı kesin soğuk, kokusu
unutmuş dağılmayı
Sigarası da ondan farksız söndü sönecek
Öyle dik ama bir o kadar kırılgan kadın
Sarmaşıkları pencere korkuluklarında
Tıpkı kendini sakladığı gibi mahrem bir
matem
Belli belirsiz âşık etmiş tüm sokağı
Ne İstanbul’un boğazı umurunda
Ne de işlek bir sokak
Yalnızlığının farkında ama umutsuz değil
Saçlarının heyecan koktuğuna yemin
edebilirim
Yanaklarını ovmaktan elmacıkları iki kızıl
ay
Ellerindeki kemikleri tam buradan
sayabilirim
Bilmem kaç yaşlarında alnına hiç buse
konmamış
Gözleri capcanlı kaz ayakları gülmekten
Ne cafcaflı ne unutulan dünyalar güzeli
Voltalarından yorgun düştü en sonunda
Kırmızı battaniyeli koltuğa attı kendini
Konsolunda telgraf çiçekleri ve
cam güzelleri
Bir küçük balığı var kırmızı lekeli
İki özgür kanaryası kauçuğunun dalında
Biraz zedelemişler yapraklarını
Tıpkı kadının hisleri gibi yorgun dalları
Sandalyesinde mor bir şal
Omuzlarını örttüğü gibi kalmış
sandalyenin sırtında
Birkaç dakikalık zarafet buruk bir zil
Telaşı sonunda vurmuştu kapıya
Hararetli bir sohbete daldı hemen
Son buldu düş denizlerim
Kadın sakindi artık
Koca bir gülümseme mıhladı aklıma
Teşekkür ettim ve teslim ettim kendimi
Bu şehrin köşelerine,
Dik yokuşlarına ve sokak kedilerine.