Yere bağdaş kurup oturmuşlardı. Başındaki beyaz yazmayı düzeltip kalktı kadın. Kuzine sobasının üstünde kaynamaya başlayan demliğin yanına gitti. Ayağa kalktığında duvardaki geyik motifli halıya kadının silueti düştü ama kimse bunu fark etmedi, adamdan başka.

İnce belli iki bardağa tavşankanı çaylarını doldurdu. Dışarıda inceden kar başlamıştı, uzaklardan kurt ulumaları duyuluyordu. Yerde bağdaş kurup oturan adama çayını uzattı, kendi de yanına oturdu. Lüküs lambasının aydınlığında yudumladılar sıcacık çaylarını.

“Senin duvardaki yansımana kurban.” dedi adam içinden. “Bu sene kış sert olacak.” dedi çayından bir yudum aldıktan sonra. Duygularını yansıtmaktan çekiniyordu. Hep çekinmişti. Köyde, iki katlı ahşap evlerinde geniş aile yaşamışlardı şimdiye kadar. Babasının, anasının yanında karısını ve çocuklarını sevmeye utanmıştı. Kendi odalarına çekildiklerinde bile doğru düzgün saçını dahi okşayamamıştı. Bir kadın, bir çocuk nasıl sevilir bilmiyordu. Sevgisini, tandırda yapılan sıcacık köy ekmeğini bölüp karısına uzatarak gösteriyordu. Karısı ona çay servisi yaparken hafif bir tebessümle teşekkür ediyordu. Ona göre sevgi buydu. Dile dökmeye gerek yoktu. “Hayvanlar telef olmasa bari.” dedi gözleri dışarıda yağan kara odaklanmıştı.

Kadın tavşankanı çayından bir yudum aldı, içi ısındı iyice.

“Derdini veren dermanını da verir, bir şey olmaz Allah’ın izniyle.” dedi.

“Allah’ım!” dedi adam yine içinden,

“Bana, onun yokluğunu gösterme.” Tebessümle baktı adam kadına. Karısına. Ömrünün yarısına. Ömrünü birlikte tamamlamak istediği yol arkadaşına. “Hatun,” dedi sesindeki sevgiyi, şefkati gizlemedi bu sefer. Hitabında, ömrüne ömrünü vermiş bir adamın minneti vardı. “Bir çay daha koy da içelim.”

Bu onunla içtiği son çay oldu. Duası kabul görmedi. Lüküs lambasının camı o gece kırıldı ve ev bir daha hiç o kadar aydınlık ve sıcak olmadı.