Uyanmak istemiyorum. Uyanıp yeni güne başlamak, günlük koşuşturmacalara kapılıp boğulmak istemiyorum. Kalkmaktan başka çarem yok. Kalkıp günlük alışkanlıklarımı yerine getireceğim kuşkusuz. Duş almak, işe gitmek, gelince evi toparlamak, geriye kalan kısa zamanda okuyabilmek, işte her gün yaptıklarımız. Bunlar her insanın yaptığı ya da yapmak zorunda olduğu şeyler. Çoğu insan bu rutinleri severek yaptığını iddia ediyor. Aman ne hoş! Ben onlardan değilim. Mide ağrılarım başladı yine, her gece böyle oluyor. Yediklerime ne kadar dikkat edersem edeyim bir yerden sonra insan dayanamıyor. Geceleri canım kızartma ya da köfte istediğinde engellemeye çalışıyorum, ardından dayanamayıp kendimi patatesleri soyarken buluyorum. Gecenin sonunda sabaha kadar kıvranıyorum yatakta. Çoğu zaman bu sıkıntıları baharatlı yiyecekler, abur cuburlar yediğim için yaşıyorum.

O sabah mide ağrılarım şiddetlenince çalıştığım danışmanlık merkezini arayıp gelemeyeceğimi söyledim. Telefonu açan sekreter kim bilir neler söylemiştir arkamdan. "İnsan gelemeyeceğini akşamdan söyler de ona göre ayarlardım ben de görüşmeleri. Yok ama bunlar hep son dakika söylerler. Ben mecburum tabii dediklerini anında yapmaya. Başka ne işim var zaten!" Yüzüme söylemese de neler söyleyeceğini tahmin edebiliyorum. Cevap vermek istiyorum. "İnsan ne zaman rahatsızlanacağına karar verebilir mi?" Ağrılarımın şiddeti azalınca bilgisayarımı açıp elektronik postalarıma bakmaya başladım. Onlarca postanın hepsi bankalardan ya da alışveriş sitelerinden geliyordu. Aralarında yaşamım boyunca hiç almayacağım ürünlerin fotoğrafları da vardı. Nitekim kocaman bir bahçe makası fotoğrafını görünce istemsiz gülümsedim. Acaba ilerde bir gün bahçeli bir evim olur diye almalı mıydım? Bütün postaları seçip silecekken bahçe makasının altındaki posta dikkatimi çekti. Diğerlerini silip ona odaklandım. Belki danışanlarımdan biri yollamıştı. Postanın içinde ek dosya vardı bir de, üzerindeyse büyük harflerle "LÜTFEN YARDIM EDİN!" yazıyordu. Ek dosyayı alıp okumaya karar verdim. Umarım izinli olduğum günü kendimle geçirmeme izin verir diye düşünüyordum. Şöyle bir göz gezdirip bir iki telkinde bulunup danışmanlık merkezine gelirse seansları ayarlayacağımızı yazıp gönderecektim.                                     "Öncelikle sizi rahatsız ettiğim için üzgünüm ama yaşadıklarımı anlatacağım, yardım isteyeceğim kişinin siz olduğuna inandığımdan bunları bir mektup olarak gönderme cüretinde bulundum. Aslında eski usulde el yazısı ile yazıp adresinize postalamayı düşündüm fakat faturalarınızın arasına sıkışıp kalmak istemediğimden elektronik olarak yazmak istedim. Ne derece inandırıcı olacağını bilmeyerek sizden bana yardım etmenizi istiyorum. İnsan kendiyle ilgili bir şeyler yazarken öyle zorlanıyor ki anlatamam. Yüz yüze olsak belki daha rahat olurdum. Karşınıza çıkmaya cesaret edemeyince böyle bir yönteme başvurdum. Eminim bunları okurken "Konuya gelsene artık." diyorsunuzdur. Konuya geleceğim. Otuz dört yaşındayım. Muhasebeci olarak çalıştığım şirketten geçen ay ayrılmak zorunda kaldım. Aslında kovuldum diyebiliriz. Neden kovulduğuma gelince şunu da söyleyeyim, sizden iş dileniyormuş gibi bir izlenim uyandırmak istemiyorum. İki yıldır çalıştığım firmada geçen ay daha önce yaptığım, artık tahammül edemediğim bir olay yüzünden patronuma karşı çıkınca işten çıkarılarak ödüllendirildim. Siz de bilirsiniz, benimki de laf, nereden bileceksiniz? Şirketlerde işçilerin sosyal güvenlik ödemelerinden kaçınmak için alt kademede çalışanların primleri yatırılmaz ya da eksik yatırılır. Alt kademede çalışanlar bunları çok takip etmedikleri için onlar farkına varmadan bu işleri yürütmek durumunda kalırız. Bunu da şirketin muhasebecisi türlü hilelerle yapmak durumundadır. Ben de işimden olmamak için bu hileleri -yapmamalıydım- bir süre yapmak durumunda kaldım. Ancak iki ay önce bu vicdan azaplarına daha fazla dayanamayarak yönetim kuruluna bu hileleri bir daha yapmayacağımı ve bugüne kadar yaptığımız hataları telafi etmek için yatırmadığımız sigorta prim bedellerini işçilere elden vermemiz gerektiğini söyledim. Beklediğim tepkiyle karşılaştım. "Sen kim oluyorsun?" ile başlayan beylik cümleler ve sonunda tazminatım. Yaptığım yanlışların farkına iki yılın sonunda vardığımdan kendime acıma hakkını da bulmuyorum. İşten kovulduktan sonra yaklaşık iki aydır ne yapacağımı ve hayatımı nasıl idame ettireceğimi bilemiyorum. Üniversite yıllarımdan beri hatta daha öncesinde de hep bir şeylere karşı çıkmayı kendime ilke edindim. Yanlışların, haksızlıkların karşısında durmaktan geri kalmadım. Belki sizin gençliğinizle kıyaslarsak oldukça yumuşak bir karşı duruşum olabilir. Beni yeterince muhalif bulmayabilirsiniz. Siyasetten de anladığımı söyleyemem zaten. Benden on sekiz yaş büyük abim de böyle şeyler söylüyor. Ona işten çıkarılışımı anlattığımda gözlerinde en küçük ışık göremedim. Beni onore edeceğini düşünürken bağırıp çağırmaya başladı. 

"Benden ne bekliyorsun söyle. Tebrik mi edeyim, aferin sana kardeşim mi diyeyim? Geçmiş karşıma 'artık bu haksızlıklara dayanamadım abi ' diyor. Aklın neredeydi şimdiye kadar. İki yıl boyunca kendi rahatın bozulmasın diye sesini çıkarmadın. Sonra ne oldu da dürüstlük abidesi oldun? Eminim anlattığın hikayenin seyri böyle değildir. Yine bir çıkarın vardır ya da ne bileyim bu sebeple değil kendi hataların, geç kalmaların, zam isteğin vs. yüzünden kovulmuşsundur da benden para koparabilmek için böyle bir senaryo yazmışsındır. Şunu bil ki senin hikayelerini dinlemek istemiyorum."

Kendisi hakkını teslim etmek gerekir ki bu yaşına kadar onurlu bir hayat yaşadı. Bundan sonra da çizgisini bozacağını sanmıyorum. Sözlerini sakınmadan, herhangi bir süzgeçten geçirmeden, olduğu gibi söylemeyi sever. Bu üslubu yüzünden defalarca işten çıkarıldı, eşini, arkadaşlarını kaybetti ama asla taviz vermedi. Oyunlar oynamaktan, ikiyüzlülükten zerre hoşlanmaz. Aramızda fazla yaş farkı olduğundan benim için epey uğraştı. Eğitim giderlerimi çoklukla karşıladı. İstediği gibi bir kardeş olmayı öyle çok isterdim. Onun gibi olmak ya da onun istediği gibi. Yalnız doğruların peşinde koşmak. Haksızlıklara karşı çıkmak. Hep bir duruşum olduğunu düşünürken aslında tehlikelerden ölesiye kaçındım. Hep güvenli olmalıydı yaşamım. İşim, ailem, ilişkilerim... hemen hepsinde sınırları hiç aşmadım. Bu aralarda gezinmeseydim diye düşünüyorum çoğu zaman. Yani ya tam anlamıyla cesur, korkusuz bir karşı duruşum olmalıydı ya da tamamen düzenin adamı olmalıydım. Oysa ben ikisi de olamadım. Dik duruşum olsaydı manen kendimi tatmin eder, huzur içinde yaşardım. Düzene ayak uydursaydım da türlü maddi zorluklara katlanmak zorunda kalmazdım. Ne abim ne de nişanlım beni istemiyor. Nişanlımdan söz etmedim sanırım. Aynı iş yerinde çalışıyorduk. Ben işe başladığımda o uzun yıllardır çalışıyordu. Kısa zaman sonra birbirimizden hoşlandık. Açıkçası aynı iş yerinde olmak bize mantıklı geldiği için uzun çalışma saatlerinin etkisiyle sosyal hayatlarımız da kısıtlı olduğundan beraberliğimize başladık. İşten ayrılırken bana oldukça sert bir tepki verdi. Bu yüzden ilişkimiz bitti. "Bunu neden yaptığını anlamıyorum. Düğünümüze aylar kala böyle saçmalıklar yaparak işten kovulmanı sağlamayı nasıl başardın?" dedikten sonraki cümleleri duymamak için orayı terk ettim. Eve geldiğimde arayıp bana hakaretler etti. Zaten uzun süredir içinde biriktirdiklerini söyleyip kapattı. Her konuda eleştirirdi beni. Bana tahammül edemediğini anlıyordum, düzgün giden şeyleri bozamıyordum. Daha önce de ayrılma isteğini dile getirdiğinde saatlerce konuşup ikna etmiştim. Bu defa hiçbir şey söylemedim, zaten söylememe de fırsat bırakmadı. Bu kötü hadiseler sebebiyle iki aydır oldukça az yiyorum. Az yemenin etkisiyle de gün boyu bitkin oluyorum. Eski nişanlımı arayacak gücüm, yeni bir iş bakma hevesim olmuyor. 

Bunları size yazmamın sebebi bana bir yol göstermeniz için. Bu iki aylık zaman içinde evde otururken kitaplar okudum ve filmler izledim. Okuduğum kitapların çoğunda romanın, öykünün başkahramanı böyle durumlarda bunalıma girdiğinde intihar etmekte çözüm buluyor. İntihar etmeye cesaret edeceğimi sanmıyorum. En azından bunu abime söylesem ona bile cesaret edemeyeceğimi söylerdi. Ancak yine de size sormak istiyorum:

Yaşama isteğinin, amacının bittiği zaman insan tümüyle tükendiğini hissettiğinde, kendi hayatını sonlandırmaya cesaret edebilir mi? Şimdiden teşekkür ederim.