Avuçlarımda kan kiri

Gökyüzü akıtan damarlarım gri

Bağırmaya lüzum yok

Zaten fark etmedin mahkum bakışlarla

Boynuma taktığım utanç korkusu ipleri


Üzülmeden bilanço ödenmez, bilmezsin

Saatlerin ıslığı ezberindeki dörtlükleri avlar

Yanılmaya lüzum yok

Rest çekersen açar duvarlarında bir deli burçak

Hayata

Yarım kalmışlığa

Son sözünü iç cebinde saklayanlara

Canı pahasına şiir yazan yeni yetme şairlerin

Boz bulanık mısralarına.


Yumdum gözlerimi

Rediflerim çatlak ve görgüsüz

Ölüm iki okkadan biraz hafif ve nitelikli

Aramaya lüzum yok

Pamuk şeker satıcısının nasırlı ellerinde kaybolan gençliğini

Elbet yok olur buz kesen sokaklarda 

Vitrinlere atılan özlem dolu iç çekişleri.


Şahit ol ya Rab

Bir töhmet saplandı bağrıma

Yalnızlığa üçüncü dönüşümde

Yana yakıla 

Yana yakıla 

Cibril'in kanatlarında lisanımı kaybettiğimden beri uyanığım

Zikriyle çalkalanıyor asude bülbül yuvaları

Gemiler kaptanını yitirmiş

Mürettebata lüzum yok

Koşusu şirke kayan atların boranları şiddeti göğüslüyor

Mele-i âlâ kapılarını çarpmış suratıma

Tek çarem uzlaşmaya varmakta

Sevaplarımla

Günahlarımla


Gecenin şalterini indirmeden bozulmayacak bu kara düzen

Işığa lüzum yok

Firak saklı ince aksak adımların mücadelesinde

Kapana kısılmış titrek sesli bir Hu

İşitilir ansızın yangını ayalarını yakan

Perişan gidişlerin devrildiğini kanıtlarcasına şaşkın

Ellerimi her kaldırdığımda semaya

Rüyalarıma düşer yaprak kurusu

Yüreğimde çelik ağlardan intiba

Düşe kalka

Düşe kalka

Saklayacağım güzel günlerin muştusunu avuçlarımda.


Asırları kuşatan susuzluğun şah damarına bastırdıkça

Gümüş ibrikten dökülen muhabbet hasıl oluyor oluklarımda

Saatlere lüzum yok

Kalburüstü bir tekme yok eder zamanın çocukluğunu

Yaşanmışlık iğnesi takvimlerin bağrında saplı

Ben olmayışımın cezası yüklenmiş omuzlarıma

Bir seher vakti göklere uzanan madeni ses kulaklarımda

“Haydi felaha

Haydi felaha”


Gözü dönmüş bu ruhun, istemez artık dünyayı satırlarında

Vedalara

Yamalı gülüşlere

En çok da kendime

Lüzum yok.