Şuradan geçmez mahallesi nereden geldin apartmanı yedi numaralı dairede Yılmaz Direk kendini astı.
M evde değilmiş o sıra. Cumartesi pazarında öteberi satmaya gitmiş sözüm ona. Mahallelinin ağzı torba değil ki? Bilmem hangi marka araca binmiş de gitmiş M. Kaç yıl oldu evleneli? Çocukları olmamış mı? Olmamış ya! Bunca sene onca yalnızlık. Yılmaz konuşmazdı zaten. Hep susardı. İşinde gücünde adamdı da Yılmaz evlere sığmazdı. Bir hava alayımları bitmezdi. Bu yüzden zaar balkonda kendini...
Söylemeye dilim varmadı.
Yılmaz öldü deyiverdiler. Birdenbire bir çakmağı çakar gibi. Hasine abla telefonu kapattı. Kendini asmış. Nasıl olmuş? Bir gün demiş ölmek istiyorum. Neden demişler. Demiş ölmek istiyorum o yüzden. Kimse oralı olmamış. Hasine abla ne yapsın? Yılmaz oğuldur. Yılmaz direktir. Yılmaz kocadır. M elbet yine kocaya varacaktır. Mahalleli üç gün konuşup dördüncü gün susacaktır. M pazardan eve dönmedi. Belediyeden adamlar geldi Yılmaz’ı almaya. Mahalleden bir cenaze kalktı. Ölü yıkayıcıları memnundu. Bir kalabalık doluştu o gece M’nin evine. Eşyaları dağıtmak lazımmış. İyi değilmiş evde tutmak. Helva kavurmak lazımmış. Sevapmış. Gerçi Yılmaz günah mı işlemiş neymiş? Allah’ın verdiği canı almak günah mıymış neymiş? Eşyaları vermeliymiş. M ortalarda yokmuş. Hasine abla memleketten gelememiş. Ölü beklemezmiş. Gömüvermişler. M kimin nesiymiş kimse bilmezmiş. Yirmi yıl olmuş mahalleye geleli bir komşuluk etmemiş. Acı tatlı bir laf etmezmiş. Tüm gün balkonda oturur sigara içermiş. Kadın kısmına yakışır mıymış? Camlar bir karış toz muymuş neymiş? Bir tek cumartesileri pazara gidermiş öteberi satmaya M. Şimdi kim bilir hangi deliğe girivermiş? Herkesler evlere dağılmış, bir ölüyü gömmekten memnun. Vicdanları rahat. M nasıl rahat ediyormuş? Onca yıllık kocası ölmüş. M gelmemiş. Bir daha ne yüzle gelecekmiş evine?
SESSİZLİK-SESSİZLİK-SESSİZLİK
...
M tüm bu olanlardan habersizmiş, dememi isterdiniz. Ama tam aksine, M Yılmaz’ın kendini asacağını bilerek çıkmış o sabah evden. Onu seviyormuş sevmesine ama mutsuzluğuna katlanamıyormuş. EVE DÖNMEYECEKMİŞ. Dayanamazmış. Yılmaz, iki kara göz çukuru iki kuru el Yılmaz... Yılmaz Direk. M’nin kocası.
ASTI KENDİNİ ASTI YILMAZ
M bir çantayla düştü yola. O gün pazara da uğramamıştı. Zeki’yi görse iyi olurdu, alacağı vardı ondan. Bir aralık uğrar alırdı nasıl olsa alacağını şimdi durmak istemedi. Mutsuzluğu yendiğinden emin yürüyordu yolları. İnsanın geriye doğru ilerlemesi ne zordu! Cevizli kıraathanesinin önüne kadar yürüdü. Cevizli’nin önünde uzunca durdu, incelemeye koyuldu. Plastik sandalyeler, ayağı sallanan plastik masalar, masaların üzerinde iskambil kağıtları, kağıtları tutan pis tırnaklı eller... Saatlerce oturmuş sandalyelerde adamlar, adamların kadınları, sahip oldukları kadınlar duvarlar ardında ardında duvarların yaşamasız. Bir sandalye çekip oturdu M.
ŞAŞAKALDI ADAMLAR
Cevizli’de uzunca düşündü, hava kararmaya başlamıştı. Zeki tezgahını toplamamıştır daha. Acele dolmuşa bindi, pazarın önünde indi. Koşar adım tezgaha vardı. Zeki allahtan mahalleli değildi. Yoksa, başın sağ olsunları bitmezdi. Bir an önce alacağını alıp bir tanıdığa rastlamadan çıkmak istiyordu pazar yerinden.
ZEKİ DE LAFI UZATIYORDU.
- Bugün neden gelmedin abla, pazar kalabaydı?
- İşlerim vardı Zeki gelemedim, acele memlekete gitmem lazım bir süre gelemeyeceğim.
- Hayır mı abla? Bir şey lazımsa...
- Hayır hayır bir miras meselesi var da...
- Ooo hayırlı olsun abla artık pazarda iş de tutmazsın dönünce.
- Bakalım artık Zeki, yalnız kusura bakmazsan acelem var. Sana uğrayayım dedim bir.
- Yolun açık olsun. Senin şu yedi yüz elli lirayı da vereyim abla yolda ihtiyaç olur.
- Sağ olasın Zeki. Hadi kal sağlıcakla.
Gene ucuz kurtulmuştu Zeki’den, acelem var diyerek iyi etti. Başka türlü susturamazdı Zeki’yi. Memlekete gideceğim deyivermişti öyle çabucak da nasıl gidecekti, memleket mi kalmıştı? Sakince yürümeye çalıştı. Karşıdaki parka girdi bir banka oturdu. Cüzdanında ne kadar vardı acaba? Altınları da almamıştı, ufaktan pişman oldu. Cüzdanını açtı baktı yalnız yüz elli lirası vardı birkaç kuruş da bozukluk. Yüz elli yedi yüz elli daha etti dokuz yüz. Dokuz yüz lira ile ne yapardı? Bunları düşünmek istemedi şimdi.
BİR SİGARA YAKTI
Sokak lambaları yandı sonra. Bir an önce yola koyulmalı. Bildiği tek bir şey vardı gitmek... Sokak boyunca yürüdü. Caddeden otogara giden bir dolmuşa atladı hemen.
Otogar oldukça kalabalıktı. Adamlar, kadınlar, çocuklar... Yabancısı olduğu onca yüz bir o kadar tanıdık bakışlar. B şehrine en yakın saatte kalkacak otobüse bir bilet aldı. Tek yön. Zaten dönüş bileti alacak parası da yoktu ya neyse. Otobüsün hareket etmesine yarım saat vardı. Peronda beklerken bir simit atıştırsa iyi olurdu.
BEKLEMEYE KOYULDU
B’ye vardığında gün ağarmıştı. Üşüdüğünü hissetti. Bari hırkasını alsaymış ya onu bile almamış. Şöyle bir baktı şehre, ne kadar değişmişti. Buradan ayrılırken her yer yeşil yeşildi, tıpkı gözleri gibi. Şimdi ne olmuştu bu şehre? Gri puslu pis bir havası vardı. Gerçi şaşırmadı. Gözlerinin yeşili de solmamış mıydı onca sene sonra!
SOLMUŞTU İŞTE
Bir şey ummadan geldiği bu şehirde nefes almak ne zordu! Yürüdükçe kalp atışı hızlanıyor, ayakları yerden kesilecek gibi oluyordu. Heyecan mıydı bu yoksa kırgınlık mı? Ne tarafa gideceğini kestiremedi. Sakinlemek için kaldırımın kenarına ilişiverdi. Bir sigara yaktı. Biraz soluklandıktan sonra rahatladı. Yavaş yavaş yürümeye başladı. Sanki birisi onu sürüklüyordu da o gitmiyordu. Sorsalar söyleyemezdi nereye gittiğini. Ezbere bildiği sokakları yürüdü, yürüdü. Yürüdükçe güneş daha da yükseldi. Bir dönemece vardı, çıkmaz sokağa saptı. Sokağın sonunda sağdaki bahçeli evin kapısının önünde durdu.
DONAKALDI
Ihlamur kokusunu içine çekti. Cesaretini topladı, tahta kapının ipini çekip açtı. Bahçede ses seda yoktu. Sardunyalar her zamanki yerindeydi. Şöyle bir kafasını kaldırıp eve baktı. Ev harabeye dönmüştü, camlar kapalıydı. Evde yok muydu acaba? İçini bir korku kapladı. Arka tarafa doğru yürüdü. Mutfak camından salınan perdeyi görünce içi rahatladı. Arka kapıdan sessizce içeri süzüldü.
KESKİN BİR İDRAR KOKUSU DUYDU
İçeri girince cesareti kırıldı, geriye dönüp kaçmak istediyse de kaçamadı. Her şey yerli yerinde duruyordu. Ahşap pencere, pencere önündeki tekli koltuk, koltuğun yanı başındaki antika radyo... Öylece duruyorlardı, her şey bıraktığı gibiydi. Koltukta oturan adamı incelemeye koyuldu. Oldukça yaşlanmıştı. Adamla uzunca süre bakıştı.
NEDEN SONRA KONUŞMAYA BAŞLADILAR
-Ben seni çok kırdım değil mi?
-Hayır, hayır radyoyu aç!
♪♪♪“Ardına bakma yolcu gece almayı geldi seni benden. Geri dönmeye kalkma yolcu...”♪♪♪
M’nin döneceğini hiç ummazdım. Mahalleyi terk edeli yirmi yıldan fazla oldu mu? Sahi terk mi etti? Yaka paça götürüldüğü çocukluğuydu. Şimdi kim bilir neye benziyordu? Bir fotoğrafta, koca duvarda küçük bir leke. M, eski minder yüzümü göster!..
-Kırdım değil mi?
-Özür dilemeye mi çalışıyorsun?
Bu ev beni delirtecek! Acıbademdeki kadar olmasa da bir hayli karışık. Geleni gideni eksik olmuyor. Mahalleli de üstüne bir tutam tütün esrikliği. Merdivenler... Hayır, hayır Haşim’in merdivenleri değil! Düpedüz bizim apartmanın merdivenleri. Sahanlığında kuruyan gözyaşlarını hatırlasana? Evden çıkıyormuş gibi yapıp sahanlığa tünediğini... Sesler geliyordu. Yüksekçe sesler. Şimdi susturamıyorsun o sesleri... Dışarıda olan her şey seni deli ediyor! Çocukların evcilik oyunları, mahalle kadınlarının çitlek sesleri... Her şey, her şey bazen bir şey... Seni deli ediyor! Bir oyunu sürdürüyor herkes. Sense o çok odalı evinde kendini sahanlıkta unuttun!
-Hâlâ merdivenleri mi kullanıyorsun?
-Hayır hayır, Haşim’in merdivenleri değil!.
Oh... Şöyle yürüyelim biraz. Bak bu merdivenler var ya, işte bu merdivenler benim hayatım. Evet, yine kendimi kandırıyorum. Hayat işte şu kırk yıllık masada, boş sandalyelerde. Hiçbir şeyine ayak uyduramadığım bu mahallede. Neden kızıyorum ki onlara? Elli yaşın anılarını kovalamaya başladım. Uzun tahta bir merdiven göğe yükselen, susuz kalmış sardunyalar ve şişeye hapsolmuş binlerce izmarit. Gecenin uzayan saçları... Sakin bir gün, sokakta yine kadınlar oturuyor. Başta vitaminsiz kadın N. ve kızı L. tabi ki ardından koca sesli Ş. Tüm Ş’lerden nefret ediyorum!
- Şehnaz’dan mı bahsediyorsun?
-Hayır, o da kim?
-Bizim okuldaki.
-Okul mu?
Gerçekten orada olduğumu mu zannediyorsun? Ya da burada? Hiçbir yerdeyim. Şu boylu boyunca uzanan sokakta koca bir uçurum...
-Kahve ister misin?
-Şu tarot kartlarını uzatsana.
Yine dağıldı. Ne anlatıyordum? M, döneceğini hiç ummazdım. Öyle derin kazmıştın ki kuyuyu, çıkabileceğini ummazdım! Hoş geldin arkadaşım...
-Kırdım?
-Değil!!.
Server Fethi
2023-08-02T12:48:29+03:00Hoş, samimi bir üslubunuz var. İlgiyle okudum, kaleminize sağlık.