Macar yazar Magda Szabó’nun kaleme aldığı bu kitabı az önce bitirdim. Üstüme sinen duygu bulutları dağılmadan da hemen bir şeyler yazmak istedim hakkında. Yazarın okuduğum ilk kitabıydı Iza’nın Şarkısı. Kesinlikle son olmayacak. Yazarla tanıştığım için, yazarla bu kitapla tanıştığım için oldukça mutluyum. Kitap ilahi bakış açısıyla yazılmış. Kitaptaki tüm karakterlerin düşünce ve hislerine kitap boyunca hakim olabiliyorsunuz. Bir olay karşısında tüm tarafları dinlemek gibi bu.

Kitapta bir anne-kız hikayesi anlatılıyor esasında. Babası öldükten sonra annesini yanına, Budapeşte’ye götüren doktor Iza ve annesi Etelka. Etelkaʼmız 49 yıllık hayat arkadaşını kaybetmiş. Eşiyle yetmişli yaşlarına kadar hep taşrada yaşamışlar. Eşi Vince öldükten sonra Etelka’nın hissettikleri, hayata tutunma çabası o kadar güzel, o kadar yalın anlatılmış ki insan hayatı ve ölümü sorgulamadan edemiyor. Giden olmak mı zordur kalan olmak mı acaba? Bu arada eşinin öldüğünü söylemem spoiler değil, kitabın arka kapağında da yer alıyor bu.


Anne-kız arasındaki ilişki kuşak çatışması gibi ele alınsa da ortada karakterleri birbirinden farklı iki kadın var. Ben okurken anne-kız yaşıt olan iki arkadaş da olsaydı böyle bir çatışma yaşarlardı gibi hissettim. Etelka duygularını dışa vurabilen, ailesine vakit ayırmayı seven, ailesini kendisinin önüne koyabilen ve bunu yaparken mutlu olan bir kadınken Iza için işi de çok önemli. Bunun dışında Etelka taşra hayatına alışkın, Iza ise şehre kolayca adapte olmuş, şehirle şekillenmiş bir kadın. Okurken şekillendiğimiz kabın önemini de düşündürüyor. Şimdi günümüz koşullarına göre şekilleniyoruz. Bundan 30 yıl sonra koşullar değiştiğinde ne olacak? Biz de çocuklarımızdan farklı, onların gözünde geri kalmış olmayacak mıyız? Kitap tam olarak bunu gösteriyor bize. Tarihsel zamanın üstümüzdeki etkisi çok büyük ve bu bize has bir şey değil. Her kuşak kendinden önceki ve sonrakiyle çatışıyor bir şekilde.


Kitapta anne-kız ilişkisi dışında bir de duygusal ilişki var. Iza ve eski eşi Antal. Okurken neden ayrıldıkları hakkında tahminler yürütüyorsunuz. Sonunda Antal açıklıyor. Oradaki olay tamamen okuyucunun bakış açısına bırakılmış bence. Karakterleri haklı ya da haksız bulmak okuyucuya bağlı. Ben kitapta kimseyi haksız görmedim. Herkes kendi bakış açısına göre haklı. Herkes hayatı kendi bildiği gibi yaşamak istiyor. Herkes hayatı kendisinin alıştığı gibi yaşamak istiyor. Biz de öyle değil miyiz?