Çocukken TV’de izlerdik, Afrika’da açlık yüzünden bir deri bir kemik kalmış insanlar sefalet içinde yerlerde öylece otururlardı. Umutsuzluğun ve çaresizliğin söndürdüğü bakışlarında ışıktan eser yoktu. Zayıflıktan incecik kalmış kollarıyla annelerine sarılan çocukların çatlak dudaklarında toplaşan sinekler…
O yaşta akıl erdiremezdik. Nasıl oluyordu da birileri karnını doyurabiliyorken bu insanlar bir lokma ekmeğe, bir bardak temiz suya muhtaç kalıyordu? Neden yardım ulaşmıyordu bu dezavantajlı insanlara? Neden çare bulunamıyordu? Sadece israf edilen yiyeceklerden tasarruf edilse bile önemli bir birikim elde edilemez miydi?
Büyüdükçe öğrendik nedenlerini. Öfkeyle karışık bir hüzünle. Vicdanımız kabul etmese de anladık. Tenleri gibi karaydı bu kıtanın insanlarının, talihi de tarihi de. Bugün insan hakları tellalı kesilmiş bazı ülkelerin geçmişte sömürdüğü ve köleleştirdiği bu topraklar kan içmişti hep, kan kusmuştu. Yeteri kadar kauçuk toplayamadığı için ibret olsun diye eli kesilen beş yaşındaki kız çocuğunun hikayesi gibi binlercesi yazıldı.
Yıllar geçti, kıtanın kaderi değişmedi. Açlık, susuzluk, bakımsızlık, ilaçsızlık… Öyle bir yokluk ki yardım etme isteğiyle çırpınsan da dolduramıyorsun boşlukları! Tam da bu yüzden, “Afrika'ya ilaç gönderecektik fakat hepsinin üstünde 'tok karnına' yazıyordu.” demişti Charles Bukowski.
Afrika, Orta Doğu, Güney Amerika, Hindistan, Doğu Türkistan… Ten renginin koyuluğuna göre artıyordu yalnızlığınız, çileniz, çaresizliğiniz, kimsesizliğiniz. Ten rengi açıldıkça kapılar da açılıyordu. Beyaz insanın güç ve iktidar hırsı yüzünden satranç tahtasına çevirdiği dünyada piyonlar hep siyahtı.
Sadece sömürgecilik yüzünden milyonlarca insan köleleştirildi, işkence gördü, öldürüldü. Mal gibi alınıp satıldı, zamanı gelince de işi biten bir mal gibi kenara atıldı. İnsanlık tarihi kanla yazıldı. Günümüzde de aynı coğrafyalarda hemen her gün iç savaş, göç, açlık, hastalık, kargaşa, sefalet, işgal, baskıcı yönetimlerin acımasız politikaları yüzünden insanlar hayatlarını kaybediyor. Hepsi de toplam sayı olabiliyor ancak. İstatistik malzemesi!
Bir beyaz insan öldü diye isyanını arşa değdirenler, birçok koyu renk ölümü haberlerde sayı olarak izliyorlar uzun zamandır. Sessiz çığlıkları pek duyan yok. Öylesine bir değersizleştirilme, önemsizleştirilme, sıradanlaştırılma. Harcanabilirlik ve yerinin başkalarınca kolaylıkla ikame edilebilir olması. Senin için yükselen bir ses olmaması ya da çok kısık kalması seslerin. Unutulmak ve bir gün ölümün toplam sayısına +1 olarak eklenmek. Sonra sıfır olmak. Etkisiz.
Sağlık güvenceli beyaz insanın birkaç kutu ilaçla kurtulabildiği hastalıklar diğer taraftakiler içim ölüme aralanan kapı demekti. Modern sağlık hizmetlerinden sonuna kadar yararlanan beyaz insan, tedavi edilebilir hastalıklardan ölen -sağlık hizmeti yetersizlikleri yüzünden- koyu insanları haber bültenlerinden sayı toplamı olarak izlemeye devam ediyordu ki Covid-19 diye bir virüs çıkageldi. Virüs konuşabilse ve kendisine “Ne istiyorsun?” deseler yanıtı “Adalet!” olurdu. “Adalet istiyorum!”
Beyaz insan kendisinden olan ölüm sayılarını görünce dehşete kapıldı bu kez. Haber bültenlerine sayaç takılmıştı. Teker teker sayılıyordu. Her gün merakla ekran karşısına geçiliyordu. Sayacın durması, en azından yavaşlaması umuluyordu. Yıllarca koyu ölümleri altyazı olarak geçen (geçiştiren) TV kanalları beyaz ölümleri, beyazların ölüm korkusunu gün boyu gündemde tutuyordu. Herkes bunu konuşuyordu. Yıllarca ötekilerin ölüm sayılarını kayıtsızca izleyen ve anında unutan beyaz insan, o siyah toplamın yüzde biri etmeyecek bir beyaz toplam görünce korkudan ölecekti sanki. Yenilip içilip eğlenilen, güzel vakit geçirilen, bolca da yiyecek israf edilen mekanları kapanmıştı. Saçı başı dağılmıştı. Yazıktı beyaz insana! Üzgündü, mutsuzdu, korkmuştu. Psikolojisi pamuk ipliğine bağlanmıştı. Alabileceği ne kadar gıda ve temizlik ürünü varsa alıp kendisini eve kapattı sonunda.
Koyu renk ölümler yaşanırken gözbebeği kapitalist ekonomik sistemin işletilmesini ve para döngüsünü tam gaz sürdüren beyaz insan, ölüm kendi kapısına dayanınca içi acıyarak da olsa makinenin kolunu indiriverdi. Harıl harıl çalışan makinesini durdurdu, çünkü söz konusu olan beyaz hayatlardı. Çarklar sonra da döndürülürdü. Beyaz insanlar hayatta kalsınlar yeterdi. O pek sevdiği makinesi susunca sessizliğe gömüldü dünyası da. “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” ana düşünceli konuşmaları ağlamaklı bir hüzünle dinliyor şimdi.
2 milyar insanın temiz suya ulaşamadığı dünyada şu an bol bol el yıkıyor beyaz insan. Yüzlerce siyah insana düşen temiz su miktarını bir günde şakır şakır tüketiyor. Evlerinin kilerlerinde birçok siyah ailenin birkaç aylık yemek ihtiyacı kadar stoğu var. Birçok koyu renklinin hayatları boyunca göremeyecekleri kadar temizlik ürünü var.
Korkuyor beyaz insan. Ucu kendisine dokundu bu kez. Sayıların her gün artan toplamıyla birlikte korkusu da katlanıyor. Can sıkıntısı ve kaygı bozukluğu arasına çekilen gergin ipte dengesini korumaya çalışıyor.
Sakın durma ey beyaz insan, durursan düşersin!
Ozan Aydın
2020-04-18T00:26:37+03:00Sağ olun.