Mahşeri bir kalabalık… İnsanlar aç kurtlar gibi… Metrobüs gelende bir yığın aç kurtla doluyordu. Kapılar güç bela kapanıyor, en son binme şerefine nail olabilenler adeta kapıyla birlikte açılıp kapanıyordu.


Metrobüsün biri gidip biri geliyor, dakikalar geçtikçe geçiveriyor, önümdeki kalabalık giderek azalıyordu. Öte yandan arkamda ne olup bittiğini göremiyordum. Dört bir yanı insanlarla çevrili bir ‘insanparçası’ idim.


Hava oldukça soğuktu fakat insanlarla öyle çevriliydi ki etrafım, üşümüyor, hatta terliyordum. Şans ki, gelecek herhangi bir metrobüse binebilirdim, hepsi benim ineceğim duraktan geçiyordu zaten. Tabii en önemli mesele önümdeki insanların tükenmesi.


Nihayet bir vakitten sonra metrobüse binebilecek kadar ilerleyebildim. İnsanlar arkamdan sürekli itekliyordu. Çantamdaki iki sandviçin durumu beni düşündürüyor idiyse de tam araca binecekken daha önemli bir şeyin telaşı sardı beni. Çantam insanlarla hemen kaldırımın kenarında bulunan demirin arasına sıkışmıştı. Ben evvelden iki sandviçin derdine düşmüşken çantamdan ayrı düşme tehlikesiyle karşı karşıya kaldım. Çantamı çektim, çektim, çektim… Tam o saniyelerde yani ben çantamı kurtarmaya çalışırken genç, uzun boylu, uzun saçlı ve siyah deri ceketli bir adam insanları sert bir şekilde itti ve metrobüse atladı. Adamın, insanlardan epey tepki alan bu hareketi vesilesiyle de çantam kurtulmuş oldu.


Yer Zincirlikuyu idi. Saati düşünecek vaziyetim de zaten yoktu.