Mahşeri bir kalabalık… İnsanlar aç kurtlar gibi… Metrobüs gelende bir yığın aç kurtla doluyordu sanki.  Kapılar güç bela kapanıyor, en son binme şerefine nail olabilenler adeta kapıyla birlikte açılıp kapanıyordu. Her metrobüs geldiğinde, insanlar birbirini itip kakarak içeri girmeye çalışıyordu. Kimse geride kalmak istemiyordu, herkesin acelesi vardı. Sanki bu metrobüsü kaçırırlarsa, bir sonraki hiç gelmeyecekmiş gibi bir panik hali içindeydiler. 


Metrobüsün biri gidip biri geliyor, dakikalar geçtikçe geçiveriyor, önümdeki kalabalık giderek azalıyordu. Her gelen metrobüsle biraz daha ileriye gidiyor, kapıya biraz daha yaklaşıyordum. Öte yandan arkamda ne olup bittiğini göremiyordum. Dört bir yanı çevrili bir ‘insanparçası’ idim. Adım atmak bile neredeyse imkansızdı. Kalabalığın ortasında sıkışıp kalmıştım, sağa sola hareket edemiyordum. 


Hava oldukça soğuktu fakat insanlarla öyle çevriliydi ki etrafım, üşümüyor, hatta terliyordum. Soğuk havanın aksine, insan kalabalığının yarattığı sıcaklık neredeyse bunaltıcıydı. Şans ki, gelecek herhangi bir metrobüse binebilirdim, hepsi benim ineceğim duraktan geçiyordu zaten. Tabii en önemli mesele önümdeki insanların tükenmesi. 


Nihayet bir vakitten sonra metrobüse binebilecek kadar ilerleyebildim. Kapıya yaklaştığımda, insanların sürekli arkamdan iteklemesiyle dengesiz bir şekilde ilerliyordum. Çantamdaki iki sandviçin durumu beni düşündürüyor idiyse de tam araca binecekken daha önemli bir şeyin telaşı sardı beni. Çantam insanlarla hemen kaldırımın kenarında bulunan demirin arasına sıkışmıştı. 


Ben evvelden iki sandviçin derdine düşmüşken çantamdan ayrı düşme tehlikesiyle karşı karşıya kaldım. Çantamı çektim, çektim, çektim… Tam o saniyelerde yani ben çantamı kurtarmaya çalışırken genç, uzun boylu, uzun saçlı ve siyah deri ceketli bir adam insanları sert bir şekilde itti ve metrobüse atladı. Adamın, insanlardan epey tepki alan bu hareketi vesilesiyle de çantam kurtulmuş oldu.  


Yer Zincirlikuyu idi. Saati düşünecek vaziyetim de zaten yoktu. O kargaşanın içinde zaman kavramı neredeyse kaybolmuştu. Metrobüse adımımı attığımda, içeri doluşan insanların arasında bir yer bulmaya çalışarak, nefesimi biraz olsun düzene sokmaya çalıştım. Uzun bir bekleyişin ardından nihayet binmiş olmanın verdiği rahatlamayla, metrobüsün hareket etmesini bekledim. 


Metrobüsün içi, dışarıdaki kalabalıktan hiç de  farklı değildi. İnsanlar içeride de birbirine yapışık halde duruyordu. Ayakta kalanlar, tutunacak bir yer bulabilmek için çaba harcamıyordu bile. Ben de zar zor bir yer bulup çantamı sıkıca kavradım. O kalabalıkta çantamı kaybetme endişesi, neredeyse bütün düşüncelerimi kaplamıştı.


İnsanlar arasındaki bu sıkışıklıkta nefes almak bile zordu. Yanımda duran yaşlı bir kadın, elindeki poşetlerle dengede kalmaya çalışıyordu. Genç bir adam, telefonuyla meşguldü ve bir yandan da kulaklıklarıyla müzik dinliyordu. Herkes kendi dünyasına dalmıştı, ama aynı zamanda herkes bir bütünün parçasıydı; metrobüs denen bu hareketli kutunun içinde sıkışmış dünyalardık. 


Metrobüs hareket ettiğinde, bir an için herkesin dengesi bozuldu, hafif bir yalpalama oldu. Ama sonra herkes yeniden yerini buldu. Zincirlikuyu'dan sonraki duraklar hızla geçiyordu. Her durakta inen ve binenlerle birlikte kalabalık dalgalanıyordu. İçerideki gerginlik, sanki metrobüsün hareketleriyle daha da artıyordu. 


Bir süre sonra, kalabalığın içinde bir ses duyuldu. Bir kadın, birine çantasına dikkat etmesini söylüyordu. Etrafıma baktım, ama kimin konuştuğunu görmek zordu. Bu uyarı beni de tedirgin etti. Çantamı daha da sıkı tuttum, gözlerimle etrafı kolaçan etmeye başladım.


Duraklar birer birer geçerken, metrobüsün içindeki insanlar da değişiyordu. Bir durakta inenlerin yerini, bir sonraki durakta binenler alıyordu. Bu devinim, bu değişim, metrobüs yolculuğunun kaçınılmaz bir parçasıydı. Sonunda, benim de inmem gereken durağa yaklaşıyorduk. Kalabalık yavaş yavaş azalmaya başlamıştı, ama hala çok sıkışıktık.


Ben kapıya yaklaşıp inmeye hazırlandım.


İneceğim durak geldiğinde, son bir gayretle kalabalığın arasından sıyrıldım. Metrobüsten inip derin bir nefes aldım. Dışarıdaki soğuk hava yüzüme çarptı, ama bu beni rahatsız etmedi. Aksine, o kalabalıktan kurtulmuş olmanın verdiği rahatlıkla derin derin nefes aldım. 


Arkamda kalan kalabalığa son bir kez bakarak, yoluma devam ettim. İnsanların telaşı, aceleleri… Her biri kendi  hayat mücadelesini veriyordu. Bu mahşeri kalabalık içinde, herkesin bir hikayesi vardı ve ben de o hikayelere temas edip yolcuğumu tamamlamıştım. Kendi hikayeme devam edecektim.