Mahur Beste’yi okumuş, hatmetmiş ve iki yerinde vurulmuşumdur. Birinci vuruluşum şu ana isabet eder:

"Atiye Hanım, yıllar sonra, Refik Bey’in yapmış olduğu bir portresini görür. Refik Bey ki kendisi önce Galatasaray’da, sonra Tıbbiyede okumuş, yurt dışına kaçmak zorunda kalmış, yıllar sonra işte zihninde kalan Atiye Hanım’ın görüntüsünden yaptığı bu portre ile dönmüştür. Atiye Hanım resme bakar, doğrusu kendisine pek benzetemez, yine de kendi çocuk yüzünü tanır. Ama resimdeki gülümseme... O kendi gülümsemesi değildir.. Şöyle yazılmıştır:

“Bu yüz tamamıyla kendisinin değildi. (...) Tekrar portreye baktı: Refik onu sade çizgi çizgi hatırlamamış, kendisinde kalan çocuk hayalini adeta içinde çok nazlı, çok güzel bir şeyi büyütür gibi büyütmüştü. Onu düşünmüş, onun üstünde hulya kurmuştu(...)"

Bu çehreyi adeta bir ebediyet için “bunu bütün bir ömre bir daha değişmemek üzere yaptım” der gibi mühürleyen gülümseme belki kendi gülümsemesi değildi, fakat bir gün, çehresi son ifadesini ararsa, bu gülümsemeyi kendi içinde, petekteki bal gibi, önceden hazırlanmış bulacağını sanıyordu.”

Ah! dedim. İnsanın kendi geleceğindeki bir gülümsemeyi, henüz gülümsenmeden, bir tabloda görmesi ne demektir- bunu düşünür- sayıklar dururum- :(

Ama şu ikinci vuruluşumdan da bahsetmeliyim ya, ki o ikincisinin aslında öncesine düşer... Molla Bey gündüz düşündedir, Atiye Hanım’ın sesi hakkında düşünüyor. Ve şöyle sayıklıyordur:

Bir ses... “Yalan yahut hayal kadar güzel.”

(Sayfanın arasına alelacele bir şeyler sıkıştırır, vurulduğum yeri tutarım. Yalan yahut hayal kadar güzel. Yalan. -Yahut hayal kadar- şimdiye dek sevdiğim, kıvrandığım, kahrolduğum ve aşık olduğum, beni doğuran, ezen, seven ve kendini bana gösteren her şey ama her şey, böyle tanımlanabilir, imlenebilir. Yazılan, anlatılan, yeniden anlatılan, düşünülen ve özlenen diğer her şey. Yalandır. Öyleyse yalan kadar güzeldir. Bir yandan hayaldir de.. Ah, hayal kadar güzeldir.)

Bir ses. Bir düşünce. Yalan yahut hayal kadar güzel.