Niccolò Machiavelli’yi tanımayanınız çoktur ancak prens adlı kitabını okumayan, duymayan, yönetici,siyasetçi ve toplumda bu İtalyan düşünürü bilmediği halde söylemlerini uygulamayan zannediyorum ki tek bir birey yoktur.

 

Rönesans döneminden günümüze kadar Machiavelli’yi ünlü yapan ve kulak kabarttığımız o kitabında bizi büyüleyen nedir? Var olanı söylemesi mi? Yoksa var olanın kesinlikle doğruluğu mu?


İtalyan düşünürün de soyadını taşıyan Makyevelizm; içerisinde tiranlığı, ahlaksizliği, komployu, aldatmayı ve siddeti gerektiğinde bir araç olarak kullanabilecek bir düşünce sistemidir. Kişisel çıkarları toplumun ahlaki ve etik geleneklerinin önüne koyan ideolojik bir yaklaşımdır. Bu fikrin özünde yatan şey; insanın doğası gereğidir. Bu görüşünü savunan ve amaçlara göre yönetim felsefesini benimsemiş kişilere de makyevelist denir.

 

Filozofa ve diğer bir çok karamsar filozofa göre; insan doğuştan kötü ve bencildir. Bunu yaşamın her alanında görüyor hatta tecrübe ediyoruz. Öyledir ki; sevdiklerimizin iyiliklerini ve yaşamdaki varlıklarını bile kendimizin acı çekmesini istemediğimiz için istiyoruz.

 

 Makyevelizmin ana ereği: Hedefe giden yolda her şey mübahtır. Dolayısıyla bir şeyin ayakta kalması için yapılması gereken ahlak dışı her şeyi anlatır. Ona göre elde edilen nihai sonuç; o sonucun nasıl elde edildiğinden daha önemli değildir; yani ahlaki bir düzlemde bu işin olması ya da olmaması yapan kişinin hiç umrunda değildir. Gücün meşru ve gayrimeşru kullanımını yargılamak için ahlaki bir değerlendirmeye gerek yoktur.

 

 Makyevelizm gerek iş hayatında, gerek devlet yönetiminde gerekse sosyal çevrede oldukça yaygın bir kişilik tipidir. Duygusal duyarsızlığa sahip insanlar; etik değerlere önem vermezler dolayısıyla; alınan kararlarda bu kararın duygusal sonuçlarını değil uygulamada getirilerini hesaba katmayı tercih ederler. Yalan ve ihanet amaca ulaştırdığı sürece dürüstlük gibi erdemleri bir kenara bırakmak onlar için sıradan bir tutumdur. Kişisel çıkarın ve buna bağlı bencil özerkliğin devletten, sosyal kurumlardan, dini değerlerden veya herhangi bir hiyerarşiden üstün olan ve kısıtlamaya tabii olmadığını belirtir. Yapacağı eylemde başka birine zarar vermek sozkonusu olsa bile ahlaki olarak herhangi bir sorun olduğunu farketmedikleri için eylemlerinden feragat etmezler. İş yaşamında da böyledir. İş yaşamında insanlar bulundukları mevkiyi elinde tutmak ve sürdürmek isterler. Zaten çoğu despot yöneticinin amacı iyi ve adil bir çalışma ortamı değil güçlü bir yapı kurmak ve uzun yıllar o koltukta kalmak istemeleridir. İş yaşamında yöneticiler aynı zamanda bencil olmalıdır. Bencil bir toplumun içerisinde bencil olmayan bir yöneticinin varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Ahlaki kurallar içerisinde hareket etmek zamanla şirketi yıkıma götürebilir. Bu sebeple yıkımlardan kaçınmanın en etkili yolu gerekirse ahlak dışı eylemlere başvurmaktır. Yine de kişi her ne kadar ahlaksiz olsa da ideal olan dışarıdan bakan kişilere ahlaklı görünmesidir.

 

Makyavel bir kişi kendi çıkarı doğrultusunda hareket ederken karşısındaki insana zarar vermenin ahlaki olmadığının farkındadır.O amaca giden yolda her türlü kirli yola başvurabilir hatta başvurmalıdır çünkü varlığının sürdürmesi konusunda zorlanacaktır.

 

Makyevelizmin kesinlikle var olması, varlığını koruması ve artarak ve üstelik çirkinleşerek devam etmesi günümüzün endüstriye olan yoğun merakı ve para ile bağlarını devam ettirmesi ile ilgilidir.

 

İş yaşamının çirkinliklerini elbette biliyoruz İnsan pisliğin içinde yüzdüğünü, sahteliklerle dolu kalabalıkta kaldığını ve kendisinin de böyle bir kişiliğe dönüştüğünü bataklıktan çıkıp arkasına baktığında anlayacaktır ancak bu da dünyaya olan ilgisini kaybedip dingin ruh ve sakin bir yaşamı benimsediğinde pişmanlıklar içinde anlayacaktır.

 

Şunu kabul edelim; mevzu bahis para olduğunda hepimiz aynı Tanrı'ya tapıyoruz yani paraya. Para kimde ise güç onda. Parayı dolayısıyla gücü elde etmenin tek bir özelliği var. Elde etmek uğruna her şeyi yapabilme caniliği.


Görgüsüzleşen, yaşamın önemini azaltan hatta yok eden bu doyumsuz duyguyu doyurmak çalışmak yerine onu dizginlemeye de niyeti yok insanın. Daha çok, hep çok şeklinde bencilce tuturumları akılsal düşünmelerini engellliyor. Üstelik bu hallerine güzel bir basmakalıpta bulmuşlar.: ‘’Pragmatik yaklaşım’’


 İnsanın paradan daha fazla meta haline geldiğini gördükçe üzülüyor ve bu değişmeyecek olan yapı karşısında karamsarlığa düşüyorum.İnsanların insani yaşamı tatmadan bu dünyadan ayrılacak olmalarına çok üzülüyorum. Değişen, gelişen ve sınır tanımayan endüstri çılgınlığının gereksizliği ve kalabalıklığı yok ediyor benliğimizi..Evet, elbette para çok önemli. Hepimiz birçok şeyi para için yapıyor ya da yapmıyoruz

 

 

Son zamanlarda hemen hemen her konuda karamsar olmam ile ilgili en yakın çevremden eleştiri alıyorum. Haksız değiller. Bunda hem realitenin ideadan uzak oluşu ya da ideanın yok oluşu bir de tabii ki yazar Dostoyevski’nin de kabahati var. İnkar edemem..

 

İyiye giden bir dünya göremiyorum. İnsanın fazlasıyla makineleştiği bir toplulukta kendisini mevki, para tabii ki güç ve bunları elde etmek için çirkin ve sonu düşünülemeyen hırsa bürünmesinin vermis olduğu çıkmazı gördükçe karamsarlığımın en üst düzeyini yaşıyor; çoğu zaman insan görmek istemiyorum

 

Sanırım modern insan dünyasına alışamayacağım…