"Şimdi konuşabiliriz seninle, tamamlandım. Çünkü mümkün olan tüm mertebelerde sarhoşum. Sabah saat altıdan beri bir şeyler içiyorum. Serçe parmağımı ince belli bir anason cümbüşüne daldırmak suretiyle başladım bugüne. Sırf seninle olmasını hayal ettiğim yıldırıcı konuşmamı daha akıcı ve cesur yapabilmek için neredeyse fıçılar dolusu içtim de geldim karşına. Şimdi midemde albatroslar tepe taklak uçuyorlar. Hatta bir tanesi kıvrımlı gagasını bulutlara doğru hasretle uzatıp mayalı arpa suları için Tanrı’ya yalvarıyor. Beni ne halde düşürdün! Elim ayağım şirazesinden çıktı, düşlerim bir tahterevallinin her iki yakası, düşüncelerim salıncaklarda... Hani çok genç yaşlarda -yani mesela dün- birbirimizin sarhoş olup olmadığını anlayabilmek için hayali bir çizgide düz yürümeye çalışırdık, hatırlıyor musun? Ben şimdi bu hayali çizgiyi hayalimde dahi düz çizemiyorum. Tam ayak parmaklarımdan başlayan bu çizgi başımı yukarı doğru kaldırdığım anda hafif bir kurdele gibi rüzgârda oynaşmaya başlıyor, bir çöp tenekesinin etrafında gezinip duran sonbahar yaprağını gıdıklıyor, kırmızı beresini düşüren genç bir kadının omzunda dans eden atkılarda kendisini buluyor. O denli dönüyor Dünya. Halbuki bize öğretmişlerdi, insan denen yarım mahluk Dünya’nın döndüğünü hissedemezdi. Yalan! Gelsinler Dünya’yı bir de benim gözlerimden görsünler bakalım. Hem o bahsettikleri Dünya yalnızca sağa sola değil; hayır, yukarıya ve aşağıya doğru da dönüp durmakta. Çok usta bir bowling oyuncusunun elindeki delikli topu döndürdüğü gibi dönüyor benim Dünyam. Ben ise topun deliklerinden kafamı zorla çıkararak etrafıma bakmaya çalışıyorum. Bazı anlarda hayat o kadar dayanılmaz ve katı oluyor ki başımı parkeye vuruyorum, lobutlar gözlerime geliyorlar. Sarhoşluk böyle bir şey sevgilim, her şey gözünde büyüyor ve farklılaşıyor. Örneğin sana olan sevgimin derecesini anlatmaya dilim varmıyor şimdi. Henüz hiçbir kimsenin duyumsamadığı, duyumsamak ihtimalinin bile bulunmadığı, hadi duyumsamış olsalar bile bunu en fazla esrik bir anın akılda kalan tortusu olarak niteleyebilecekleri, böyle kudretli bir hissin gerçek olamayacağını düşündükleri için üstünde durmayacakları bir coşkunluk derecesi sana olan sevgim. Hem de daimi… Daimi olması seni biraz ürkütüyordur gerçi. Ürkütmeli de. Çünkü bazı anlarda ben de korkuyorum bu denli yürek buhranından. Dayanamayacağımı, tam orta yerimden çatlayacağımı düşünüyorum. Benliğime yaptığın basınçtan ötürü kaynama noktam düşecek örneğin. Artık deniz seviyesinde erimeğe ve hatta buharlaşmaya başlayacağım bir anda. Halbuki böyle bir şey mümkün olmamalıydı. Genel geçer bir esans gibi denizin üzerinde salınıp dururken yükseleceğim. Bulutların arasından, yıldızların aydınlığına doğru uzun bir yolculuğa çıkacağım. Öyle hissediyorum en azından. Öyle hissetmek zorunda addediyorum kendimi daha doğrusu. Çünkü yetinmek ve sana bu zorunluluğu hissettirmek konusunda çekincelerim var sevgilim. Karakteri henüz oturmamış bir adamın her gün bir başka nedenden yarım kalmış hikayelerini ısıtıp ısıtıp önüne koyması elbette rezalet bir şeydir. Sanki seni rahatlatmak istiyormuşum gibi her an diline bir avuç sevgimi çalarak seni bana tutkun hale getirmeye çalışıyorsam bu benim kırık özgüvenimdendir. Olmadı, büyüyemedim. Tam büyüyordum kulaklarımdan asılıp beni yere indirdiler. Çok fazla ağırlık kaldırırsan güdük kalırsın sevgilim. Bu dünyanın bütün tasalarını yüreğine sığdırmaya çalıştığın anda kalbin göğüs kafesine ağır gelir. Bir türlü kendin olamazsın. Ancak ve ancak sanki tam yüreğinin ortasında bir delik açılmış gibi hissettiğin anlarda rahatlar ve tam olarak kendin olursun, içindeki cerahat akar gider. İşte sırf bu anlık duyguyu tadabilmek, seninle daha bir ben olarak konuşabilmek için içtim ben o kadar. Zararını bedenim bir yerlerden karşılar. Karaciğerimin sağ tarafının paslandığını söylediler geçen. Kulağımda ikide bir atan nabız seslerinden anladım bunun kocaman bir yalan olduğunu. Çünkü her zamanki gibi dakik ve rahatsız ediciydi, uyutmadı beni tüm gece. Eğer karaciğerimde bir sorun bulunsaydı eminim ki farklı tınlardı. En azından bir iki tam ses tizleşir, piyanonun siyah tuşlarında uzun atlarlardı. Ama böyle olmadı en nihayetinde. Bedenim her zamanki gibi rahatsız olmaya ve benim ruhumu da rahatsız etmeye muktedir bir şekilde çalışmasına devam etmekteydi. O nedenle içmemde herhangi bir yanlışlık yoktur. İçmek ruhu güzelleştirir şekerim. İnan bana! Zaten güzelleştirmeseydi Akdeniz sahilleri bu kadar şen şakrak olmazdı. Tavernalardan sürekli kahkaha sesleri caddelere dolmazdı, insan en güzel ve uzun sevişmelerini bu kadar sarhoş olduktan sonra gerçekleştirmez, en cesur atılımlar sadece onun emrine amade olunduğunda atılmazdı. Şiirler örneğin sevgilim, sarhoş olunmadan bu kadar güzel yazılamazdı, şarkılar bu kadar güzel söylenemez, hayat bu denli uzun yaşamaya değer bulunamazdı. Yani benim güzelim, karşında tam ve muktedir olduğum şu biricik anda sarhoşluğum alelade bir şey değil tam aksine bir gerekliliktir. Gözlerinden ve dudakların öpüyor, yarım insanlığımla boşalmış kadehlere güzel bir kadeh kaldırıyorum. Sonsuzluğa içelim canım, cancağızım, sevgilim!"
Masanın Diğer Yanı
Yayınlandı