İnsan boşluğa düşmeyi kendine hak görmeli, bir şey hissetmemeyi, kötü hissedebilmeyi. Mesela ben haftaları boşluğa düşmek için altılaştırırım, bazılarını. Aylar otuzlaşabiliyorlarsa, ki bir tanesi yirmisekiz bile oluyor, haftalar da altılaşabilir. İçilen sigaralara verebilecek günlerim varsa şayet, doktorlar öyle diyor ben değil, haftalarımdan çıkarabilecek günlerim de vardır. Ki kimseye azalan günlerimin hesabını verecek değilim (bunu belirttiğime göre hala kendime hesabını veriyorum demektir)

Benim günlerime dönecek olursak, ben haftanın altı gününü yaşarım. Beklenen, istenen gibi; Saçlarım taranmış, yüzüm güleç. Sorumluluklarının farkında örnek bir insan. Sonra ince bir çatırdama sesi duyulur (her hafta değil elbette). Sahtelikten yorulan ‘ben’im ezilir, maskeleri düşer tek tek. İnsanlar dönüp bakmaya başlar, ’ben’i görmeye ve yedinci gün hesap sorar (eğer çok iyi bir insan olabilmişsem beşinci hatta dördüncü günde başlar bu çıtırtılar) ve ‘ben’imle ben maskesiz ortada kalakalırız. Ne korkunç değil mi. İşte tam bu yüzden bazı haftalarımı altılaştırırım. O ezilme gününü çıkartırım hayatımdan. Var olmayan bir gün hesap da soramaz. Maskelerimi kırmadan duvara asar ve siz insanların onay vereceği bir bahaneyle cumartesiyle pazartesiyi birbirine bağlarım. Yirmi dört saatin yarattığı o geniş boşluğa ‘ben’imle kendimi bırakırım. Ne de olsa tanrı bile kendisi olabilmek için bir gün arttırmış.