Materyalist bir devrim bizimkisi. Varlık en önemli kayıt sanki, gözle görülmeyen her şey elimizle bir kenara atılmış da yokmuşçasına orada bir yerlerde sıralarını bekliyor. Gibi.


Var mı ki, sence?


Sen. Hep sen vardın göğün yedi halesinde de. O balkonlara çıktığımda her gece çevremdekiler yıldızları sayardı, ben ayın etrafını. Altıncının bitimiyle senin siman belirirdi bir hüzme içerisinde. Çevremdekiler yıldızlara şaşırırdı, ben nasıl olur da seni her gün gökyüzünde görürüm diye.


Görünen sen miydin, sence?


Şu gençliğimi arkama alarak sayısız hataları sıralamaya başladım. Ki ben tanımlarım kendimi mükemmeliyetçi bir varlık. Sen o mükemmelin içinde ve sistemde her daim bulunan kusur olmayı kabul ettin. Senin haberin yok kusur olduğundan sevgilim, ben senin yerine de senin kusurunu gece misali benden sildim.


Sildim mi sence?


Kırık dökük bir hayatın en görünen görünmeyen ışığına semalar eyledim. Dualarım önce sana sonra Allah’a uzandı. Sen sustuğunda Allah konuştu benimle ilk. Allah sustuğunda da sen hep suskun kaldın. 


Duyabildin mi beni, sence?


Yokluğunda yoldaş bellediklerim varlığında da yanımda şimdi. Farklarını yazsam bir kağıda, kağıt israfı der çekilirim kenara. Bilirsin beni sen, ben sevmem şatafatı, gereksiz gösterişi, suskunluğu ve uzatmaları. Bilirsin sen benim cesaretimi ilk, kelimelerimi özenle seçişimi ve bazen bir yar bazen bir el olarak karşına çıktığımı. 


Bilir misin sen beni, sence?


Tartılar getirttim eski pazarlardan hayatımın dört köşesine. Tarttım senin her bir adımını, koordinatlarını, zıtlıklarını en çok. Tartılar döşedim hayatımın her bir zerresine. Daha sonra -sen varken- baktım o dört köşeye. Tartılar tam kırmızı çizgide, dengede durdu, dördü de. Kefelerinden biri mutluluğu sırtladı, öbüründe mutsuzluk baki kaldı.


Yetkin eşitlik kuruldu mu, sence?


***


Materyalist bir devrim bizimkisi sevgilim.


Maalesef benim coğrafyamda sen tarafından dikilen kırmızı renkte bir bayrak yok.


Var mı ki, sence?