Deniz. Tekne. Balıklar. Balıkçılar. Balık bekleyen kediler. Havada, balıkların üzerinde dolanan martılar. Boş sahil. Taşlarla dolu sahil. Sahilin diğer ucunda deniz feneri. Deniz fenerinin altındaki kayalıklarda heyecanla bekleyen küçük çocuk.
Dedesiyle öğle namazından sonra deniz fenerinin altında buluşacaklardı. Dedesiyle aylardır üzerinde çalıştıkları, tahtadan yaptıkları gemi kucağındaydı. Ezan okunduktan sonra gemiyi alıp koşarak deniz fenerine gelmiş, beklemeye başlamıştı. Saatler geçti, dedesi gelmedi. Heyecandan yerinde duramıyordu. ‘’Namazdan sonra hemen geleceğim, geminin ucuna yaptığımız çentikten halatı geçirip denize bırakırız.’’ demişti dedesi. ‘’Çok, çok uzaklara gider değil mi dede gemimiz? Böyle bizim göremeyeceğimiz kadar uzaklara gider değil mi?’’ diye sormuştu umutla. Kahkahayla karışık ‘’Tamam tamam, olabildiğince uzun tutarız halatı.’’ demişti dedesi. O halatı da dedesi gelirken balıkçı Rüstem’den alacaktı.
Biraz daha bekledikten sonra dayanamadı çocuk. Koşarak balıkçı Rüstem’in dükkanına gitti. Dedesini sordu. ‘’Yok, gelmedi. 'Öğle namazından sonra uğrayacağım, bana uzun bir halat ayarlar mısın?' demişti. Bekledim ama gelmedi.’’ dedi.
"Rüstem amca sen bana halatı ver, dedem de gelirse ona deniz fenerinde olduğumu söyle, tamam mı?’’ Rüstem ayırdığı halatı çocuğa verdi. ‘’Halatla o gemiyi denize mi açacaksın yoksa?’’ dedi. Kafasını aşağı yukarı sallayarak cevapladı çocuk. Bir yandan da elindeki halatı geminin kıçına yaptıkları çentikten geçirmeye çalışıyordu. ‘’Tamam işte oldu!’’ diye bağırdı bir anda. ‘’Dedemle birlikte yapacaktık, unuttu herhalde. Şimdi gidip deniz fenerinin oradan denize bırakacağım gemimizi.’’ dedi. Rüstem’in cevap vermesini bile beklemeden koşarak çıktı dükkandan. Kucağında gemi, kollarının arasından sarkan halatla birlikte deniz fenerine gitti.
Kayalıkların en altına inip oturdu. Gemiyi suya bırakacaktı, bırakacaktı da içine sinmiyordu. Aylardır bu gemiyle uğraşıyordu dedesi. En güzelini, en büyüğünü, en batmazını yapmaya söz vermişti çocuğa. Çocuğun hayalindeki gemiden bile daha güzel bir gemi çıkarmıştı ortaya. Üç yelkenli, sivri burunlu, kıç bölgesinde bir yükselti; yükseltinin üzerinde de yuvarlak bir dümen vardı. Yelkenleri mendilden yapmışlardı. Üçü de beyazdı. Geminin iç tarafını kahverengiye, dışını da maviye boyamışlardı. ‘’Gemiler denizle bir olmazsa, deniz onları istemez. Batırır.’’ demişti dedesi boyayı yaparken.
İçine sinmese de çocuk ani bir hareketle gemiyi kucakladı. Kayalıklardan yukarı çıkıp yola baktı. Gelen giden yoktu. Tekrar aşağıya indi. Suya eğilip gemiyi yavaşça suya bıraktı. Küçük dalgaların üzerinde salınarak bir o yana bir bu yana sallanmaya başladı. Halatı bileğine doladı. Gemiyi kendine çekip bütün gücüyle kıçından ittirdi gemiyi. Aylardır beklediği o an gelmişti. Gemisi dalgalarla boğuşarak açıklara doğru ilerlemeye başladı. Elindeki halatı gerginliğine göre yavaş yavaş saldı.
Epeyce uzaklaşan geminin ardından bakarken düşüncelere daldı çocuk. Dedesini bekliyordu. Keşke o da burada olsaydı da görseydi gemilerinin dalgalarla nasıl boğuştuğunu. Nasıl salına salına yüzdüğünü. Dedesiyle gururlanıyordu düşündükçe. Mahalledeki hiçbir çocuğun dedesi torunlarına gemi yapmamıştı. O çocuklar da görmemişti geminin son halini. ‘’Dedem dedi ki gemi ilk seferinden döndükten sonra arkadaşlarınla göster. Yaptık, yüzdürdük ve batmadı diye översin gemini.’’ demişti gemiyi görmek isteyen çocuklara. Kaptanı olduğu gibi gözden yitmek üzere, çok uzaklarda dalgalarla çetin bir çarpışmanın ortasındaydı. Uzaklara dalan çocuk bunu fark etmedi. Bir anda elindeki halat gevşedi, suda salınmaya başladı.
Koşarak eve gelen çocuğu dedesi bahçede karşıladı. Hıçkırarak ağlıyordu. Dedesine sarılıp dizlerinin üzerine yığıldı. Bileğine doladığı halat boştu. ‘’Seni beklemeliydim dede. Beklemeliydim özür dilerim.’’ dedi hıçkırıkların arasında. ‘’Ne oldu oğlum, güzel oğlum, gemi nerede?’’ dedi dedesi. ‘’Battı dede, çok uzaklara gitti, dalgalar parçaladı onu.’’ diyebildi yalnız. Dedesi kucaklayarak içeriye götürdü çocuğu. Sözler verdi, daha güzelini yapacaklardı, daha büyük olacaktı, görenler gerçek bir gemi sanacaklardı. Ne dedilerse sakinleşmemişti çocuk, başka gemi istemiyordu. Onun gemisi batmıştı, onun dikkatsizliği yüzünden batmıştı.
O sıralarda karanlık çöken denizin ortasında, deniz fenerinin aydınlattığı yolda dalgalarla boğuşarak yoluna devam etmekte olan bir gemi vardı. Kıç tarafına özenle yazılmış ‘’Hüzün’’ adlı, üç beyaz yelkenli, sivri burunlu, mavi bir gemi. Dalgalara bata çıka ilerliyordu.