Ne kadar da basit aslında. Bir döngü değil zaman, bir çizgi ve her şey bu çizgi üzerinde belirli bir doğru parçası boyunca var olmaktalar. Silik iz düşümleri doğru parçasını aşıp biraz daha ileriye, tek taraflı bilinç içeren bakışlar atabilirler; kimisi için daha uzağa, kimisi için daha yakına. Ama tek taraflılığın bağlamında var olan nedensellik, bu mesafenin anlamsızlığını apaçık koyuyor ortaya.


Bizler de bir süreliğine var oluyoruz, çizgimiz boyunca. Çizgisi bizlerinkiyle kesişen varlıklarla etkileşiyor, iz düşümlerini yakaladıklarımızdan etkileniyor ve henüz başlamamış olan çizgileri şekillendirebileceğimize inanma cüretini gösteriyoruz. Üzerine gerekenden fazla anlam yüklenen yaşamak, bu kadar basit işte. Bu kadar basit oluşu onu güzel yapıyor.


Olmaktan en çok kaçındığım yerdeyim. Belki bu sefer farklı olur diye kandırdım kendimi. Zamanın Süpürgesine Takılma Sanısı olarak isimlendiriyorum bu durumu. Zaman hiçbir şeyi bir çam ağacı iğnesi gibi ya da topaklaşmış toz gibi alıp götüremez, çünkü bir süpürgenin işlevine sahip değildir. O sadece akar. Ama çizginin uzağında kalan, özellikle tatsız anıların yok olacağına kendimizi inandırmaktan geri durduramayız kendimizi. Diğer türlü yarınımız bugünümüzden nasıl farklı olabilirdi?


Başımı kaldırıyorum yerden yavaşça, kumların rahatlatıcı soluk sarısından ayrılmamak için diretiyor gözlerim. Denizin sığlık kısmında parlayan sarı taşlar sakin olmamı söylüyorlar, benim için oradalar. Onlardan aldığım cesaretle biraz daha kaldırıyorum başımı. İşte, yine aynı şey. Denizin ve gökyüzünün berrak mavilerinin buluştuğu çizgi adeta katlanıp bir ok gibi alnımın ortasına saplanıyor ve izi silinmeyecek bir baş ağrısını miras bırakıyor. Hiçbir şey değişmemiş, tabii ya, nasıl da inandırmışım kendimi değişmiş olabileceğine!


Birlikte olduğum insanlar korkarak süzüyorlar beni. Durumumdan bahsetmiştim onlara önceden. Maviyle aram hiç iyi değildir demiştim! Ama böyle bir şeyin zırvadan öte olamayacağını düşünmüş olacaklar ki akıllarında bile yer etmemiş. Dikkat etmiyorlar ki sözlere, ya da sözlerime. Önemsemiyorlar. Önemseseydi eğer insan, hatırlardı. Ben hatırlanmayan insanlardanım sanırım. Ama unutulanlardan değil, keşke olsam! Unutulmak için önce uzun süreli belleğe işlenmiş olmak gerekir. Ben sadece fiziksel olarak karşılarında duruyorsam gerçekten varım, insanlar için.


Koluma giriyor bir tanesi, iyi misin diyor, durumumu anlamlandırmaya çalışıyor. Kuruyan ağzımın izin verdiği ölçüde alerji kelimesini oluşturan sesler saçılıyor dudaklarımdan. Bir an geri çekiliyor ve kaşları çatılıyor, evet, sanırım hatırladı! Bir şaşkınlık nidası koparıyor ve şefkatli davranmaya başlıyor. Şefkate hiç tahammülüm yok, durumumun ciddi olmadığına inandırabilmek adına bir anda doğrulup tam ortasına bakıyorum gökyüzünün, maviliğe meydan okuyorum. Birkaç saniye boyunca durabildiğimi görünce beni bırakıyor ve her ne yapıyorsa onu yapmaya devam ediyor. Ben kitlenmiş durumdayım, maviliğe hiç bu kadar karşı duramamıştım. Derin bir kaçma güdüsü verdi bana bu gücü. Büyülenmiş gibiyim, meğer ne çok şey kaybetmişim, ne de güzel mavilik! Sanki güzel bir kadının yüzü, saçlarımı uçuşturan rüzgar da yumuşacık elleri, her şey nasıl da uyum içerisinde!


Bir farklılık hissediyorum. Karşımda yine mavilik var, ama huzur veren mavilikten başka bir mavilik. Daha derin, tehlikeli. Sevecen gözüküyor, ama bu en büyük silahı olabilir. Bana sesleniyor adeta, konuşmadan. Ne düşündüğümü soruyor. Silkinip inceliyorum bu yeni ve tehlikeli türü. Derin ve koyu iki mavi küre ve etrafındaki her şey kusursuz görünüyor. Geniş bir gülümseme, gerilmiş kaşlar ve tatlı, içeriden çekiliyormuş gibi duran bir burun. Hepsinden öte, rüzgarla dans eden sapsarı saçları. İşte, o an bütün savunmamı bırakıyorum. Konuşuyorum artık tehlikeli görünmeyen bu türle. Arada bir sarı saçlarına kaçıyorum, ama hemen sonra dönüyorum maviliğine. Güven ve tehlikeyi hissediyorum aynı anda. Tehlike yükselince hemen güvene kaçıyorum, zamanla dengeyi buluyorum.


Ne kadar sürdü bilmem. Ama kötü bitti her şey. Arkasını döndü ve gitti. Omuzları, gözlerimi merkez belirleyen bir dönüş yaparken gözleri yavaşça kapanıyor. Sarı saçları kalıyor görüş açımda sadece. Güven, yetmiyor ama güven. Ben kendimi tehlikede hissetmek istiyorum. Her zaman böyle oluyor ama alıştım diyebilirim. Tehlike, mavi, kendiliğinden kaçmamış olsa; ben güvenliğe, sarıya kaçacağım. Boğazım düğümleniyor. Ağlamak istiyorum. Ama karşılaştığım sarı renklerde bıraktım gözyaşlarımı. Ağlayamıyorum. Boğazımdaki yumruyla birlikte ben de arkamı dönüp hiçliğime doğru yol alıyorum.