Alıp alacağım bir kilo süttü. Camında “simental sütü vardır” yazılı dükkânın önünden geçip gittim, kararsızlıkla geri döndüm, sonra tekrar eve yöneldim. Bir haftada, bir kilo sütten çıkan yoğurdu bitirebilirim kararıyla dükkândan içeri girdim. Çalışan kadın, iki kilo olsa olur mu diye sorunca kararlılıkla hayır dedim, iki fazla benim için. Dükkândan çıkıp biraz ilerideki markete gidip sütü oradan aldım. Sonuçta bir karar vermiştim, o yoğurt mayalanacaktı. Mayalanacaktı ama ya tutmazsa?
Süt, serçe parmağını ısırır gibi olunca bir kaşık yoğurdu birkaç kaşık sütle çırpıp sütün tamamına dökersem oluyormuş. Yoğurt yapma girişimlerimden bazıları başarılı, bazıları başarısız olmuştu. Bu kez çok da düşünmeden ve olup olmayacağı endişesi veya güzel olsun dileği olmadan mayayı katıp kapattım. Etrafını sıkıca örttüm. Bakalım tutacak mı…
Ben hangi mayadan oldum acaba… Hangi maya bu denli yalnız hissettiğim bir yaşamı yaptı bana? O mayayı bir bulursam… Tanrı’m, bu dünyaya bunca yalnız hissetmek için mi geldim diye sordum. Tanrı’nın işi gücü var ki bana cevap vermedi. Zaten çoğunlukla cevap vermez. Gerçi geçen gün bir sarılananım bile yok derken duvarlara, ertesi gün birden bir sarılmayla karşılaştım. Tanrım, bu senin işin mi? Ne zaman neyi duyduğunu bilmemek biraz kafa karıştırıcı değil mi sence de? Yani insanlık hali, bazen kötü şeyler de geçiyor aklımdan ama gerçekten öyle olmasını istemiyor olabilirim. Aldırma o zamanlar tabii, önemli değil, duymazdan gelebilirsin.
Tanrı’m, benim mayalanmamda bir parmağın varsa, ki ben o parmağı ısıracak kıvama geldiğimde ve belki de ısırdıysam, cezalandırmak için mi yalnızlık kattın mayama? Valla iyi tutturmuşsun, tebrikler. Henüz bilmediğim başka neler var mayamda acaba, belki de hepsi bu kadardır. Özgürlük mayasından katmayı unutmamışsındır umarım. Bir parça delilik var payımda ama bu deliliği iyi gizliyorum. Oldukça normal biri gibi. Az önce seninle konuşmamı yarıda bırakıp çalan şarkıya zıplayarak eşlik ettiğim için kızmamışsındır değil mi? Kızmamışsındır tabii ki, daha önemli işlerin var. Mesela çocukları koruman lazım kötülük mayası kattığın insanlardan. Kötülük mayasını fazla kaçırman sana nasıl hissettiriyor? Burada öfkeli hissediyoruz, haberin olsun. Neyse sen biliyorsundur bunları zaten, bana laf düşmez.
Erich Fromm diye bir adam var, dün bana diyor ki fiziksel açlık nasıl bedeni ölüme götürse, yapayalnız ve soyutlanmış hissetmek de insanın zihnini parçalanmaya götürürmüş. Vallahi adam haklı bence, baksana, bana bazen paramparça olacakmışım gibi hissediyorum. Bazen ruhsal olarak ölmeyi istiyorum ama bir yandan da bu kadar olmamalı mayalandığım bu hayat diyorum. Neyse ki Fromm Bey gibi insanlar var da bir parça rahatlatıyorlar. Daha Özgürlükten Kaçış’ı anlatacak bana, merakla dinleyeceğim. Sonra gidecek, diğerleri gibi o da gidecek.
Sahi kahve içtim az önce, fincanı çevirip tabağa kapatmıştım. İçindeki şekillere bakayım gelen giden var mı diye. Hiç de anlamam aslında ama öylesine kapattım işte. Gelen yok, gelen olmayınca giden de olmuyor. Kafamız rahat, içimiz çiçek… Kimiz biz yahu? Demiştim ama bir parça delilik halleri var diye. Erich Fromm’a, delirme ihtimalimi sağlam bir zemine oturttuğu ve nedenleri gözler önüne serdiği için buradan teşekkür ediyorum. Yani soluma dönüp teşekkür ettim. Sayın Fromm beni bekliyor, konuşmak istiyor galiba. Bu arada aklıma geldi de konuşmak isteyen konuşsun, gelmek isteyen gelsin, alt metin arayamam. İçimizden geldiği gibi konuşalım, davranalım değil mi Erich? Evet evet, öyle.
Akşama az kaldı, akşam olsun istemiyorum. Ben akşamları sevmem. Yalnızlık mayam kabarıyor akşamları, tamam diyorum, iyi tutturmuşsun. Bırak da biraz rahat edeyim. Kaldır örtülerimi artık, daha fazla mayalanmak istemiyorum.