Meksika Körfezi'nin kuzeyinde Atlantik Okyanusu'na nâzır az güneşli, sisli bir cumartesi sabahında adada kahvaltı yapmıyor, Derniere ya da GSA dinlemiyor, I LIKE I LIKE dolaşmıyor, tek bir şey üzerinde düşünmüyorum!
''bağrımızda taş'' gerçekten mükemmel, La Familia Bakery'den alınan açmalar ve termostaki namuslu çay muhteşem bu sabah. Mevzu portmantoya asılı çıkarlar olunca kişilik üzerine demleniyoruz bugün.
Bana kalırsa çoğunlukla bir ön kabul olarak hepimizin ikna olduğu kişiliğin, anlamın, kişinin dünyaya bakış şablonunun oluşmasının geçmişle birebir örtüşmesi yok. Kişi, anlamı da kendisini de geçmişte kurmuyor. Bence, kişi, kendi anlamını ve varlığını, yalan söyleme kapasitesini kullanarak kendisine bir düş üreterek yapıyor. Bu yüzden düş henüz var olmayanı imlediği için düş, olsa olsa kendini gelecekte olanaklı hâle getirebilir. Bundan ötürü kişi, kimliğini icat ederken ya da inşa ederken geçmişteki bir sürü tuğlayı kullanabilir fakat bu tuğlaları seçmece kullanır. Neye göre peki? Gelecekteki yalan söyleme kapasitesiyle kendine oluşturduğu ideal düş çerçevesinde.
Bu bağlamda insan sürdürülebilir ve sabit bir öz değildir. Bu yüzden insan birisi olmak ister. Ama asla olamaz. İnsan bir kişiye sıkıştırılamaz. İnsan zorunlu olarak saçılır. İnsansınız; anne, baba, evlat, yönetici, müdür, işçi, astronot, ceo, hayalperest, yönetmen, yapımcı, şair, yazar, yardımsever, hayırsever, yetim, öksüz, cahil, bilgili, ikiyüzlü, haset, mükemmel, merhametli, cesur, inatçı, hırslı... Evet siz ''tüm bir şey''siniz, insansınız!
Bunların hangisi sizin hakiki kimliğiniz? Bunların hepsi sizsiniz. Lâkin bunların her birinde tıpkı evimiz ile iş yerimizdeki davranış kalıplarımızın değişmesi gibi siz her seferinde içinizden başka bir persona ile oradaki kılığa uyum sağlayan bir kişiliğe uyum sağlarsınız. Bunun için şunu anlayabiliriz: Demek ki sabit özümüzü tüm ilişkilerimize yansıtmıyor, oraya adapte oluyoruz. en önemli, en uyum sağlamak istediğimiz yer düşlediğimiz yer.
Kişi, her sabah uyandığında kendisini düne uygun kurabilir. Buna ''öyküsel kişi'' diyebiliriz. Çünkü kişi, aynı kişi olamaz. Bir gün daha geçti, bir gün daha, bir ay, altı ay, bir yıl, beş yıl daha, daha, daha, daha... Uzlaşması gereken bir bütünlükle savaşır kişi. Radikal etmenler olmaksızın muhakkak bir şeyler değişir kişide. Her yeni günde bir başka ben var, zorunlu olarak.
Bir tür trajedi girdabı bu. Her kişi mecburen akışın içine kendisini kaptırmak zorunda ve bu anlarda kendisine yeni çözümler bulmak zorunda fakat insan belirsizlikle mücadele etmekten her fırsatta kaçınan bir varlık. Bundan kaçınabilmek için kendisini sabit tutmak ister. Nasıl yapar bunu? Gelecek düşü olmayan kişi kendisini sabitlemeye çalışır. Gelecek düşü olan zaten o ihtimali kovalar hâldedir.
Kendisini düne sabitlemeye çalışan kişi bütün değişimlere direnir -buna tutucu bir zihin denilebilir-. Kişi kendi içine kapanır. Kendini taklide çalışır. Daha önce çizdiği personayı itinayla abartır. Mahalle berberi yahut lokantadaki aşçı. Kişiliğiyle ilgili her şeyi dışarıya keyif alarak anlatır. Peki neden? Gayet açık çünkü kişi ''anlamı'' orada kurmuştur ve bunu sosyal olarak haz ile yapar. Kişiye anlamlı gelen başkasına da anlamlı gelir diye düşünür. Geri dönüş yoktur artık, oluşturulan zihin setine anlam inşa edilmiştir.
Anlam, ağaçta yetişen bir portakal yahut toprakta yetişen bir patatesin aksine kendisi, varlığı bulunmayan bir şey. Anlam, ancak zihin tarafından başka bir şeye atfedilen bir şey olabilir. Kendisinde bir anlam olmaz. Bu yüzden, insanlar ya muhafaza etmek istediği (yani düş kurmayarak, düş kurmayı reddederek, bulunduğu pozisyonu korumaya çalışarak) kendi kimliğini kendi taklidine sıkıştıran kişi ya da düşsel olarak atılan kişi zorunlu olarak kendi anlamını icat eder.
Mumtaz Albay
2021-03-12T05:02:47+03:00acayip teşekkür ederim:) @nitel
Jean Valjean
2021-03-11T22:14:56+03:00"Mevzu portmantoya asılı çıkarlar olunca kişilik üzerine demleniyoruz bugün." Sahiden müthiş bir deneme olmuş. Üslubunuzu da oldukça sevdim. Emeğinize sağlık. Devamını da bekliyor olacağım.