sevgili Heyelan, 


Sana yeni bir mektup yazmamın vakti geldi. bir süredir yoktun. sanki varlığın bir hayalden ibaretti. kokunu, sesini, yüzünü, ellerini birleştiremiyordum zihnimde. gece görüp sabah hayal meyal hatırlanan bir düş gibi. senin gerçekten var olduğunu, bir zamanlar canlı kanlı karşımda durduğunu hatta sana dokunabildiğimi anımsamak zorluyordu beni. hani bazen küçük, ufacık bir şeyi hatırlamak insana tüm geçmişini geri verir ya. hani tıpkı ıssız adam filminde minik bir tokanin Alper ile alay etmesi gibi. ben de bugün ellerim kirlendi diye toprağa sürerek temizledim ellerimi. o zaman senin bana bunu göstermen canlandı karşımda. ve tüm geçmişi yeniden bıraktın avuçlarıma. 


oysa ben bugün gitmeyi bile düşünmüştüm. daha önce hiç girmedigim bir yola. yani senin olmadığın bir yerde ev kurmak gibi. ama olmadı sevgili Heyelan. üstüme yıkılıverdin tekrardan. sonra bir çocukluk fotoğrafını buldum. ben seni tanıyorum biliyor musun dedim bakarak gözlerine. hep aynısın. hiç degismemissin. başını eğerek bakışın, gözlerindeki çekiklik, hafifçe tebessümünle. yanaklarını öpmek istedim. kuzum benim dedim içimden, öyle sarılasim geldi sana. o çocuk halinle karşıma alıp konusmak istedim seninle. seni çok iyi tanıyorum biliyor musun, her ne kadar yabancı da olsak diye başlamak istedim cümlelerime.


seni artık daha çok anlıyorum. ve sanırım daha az seviyorum. sevgim ve anlayışım aynı çizgiye ulaştı. sensiz yapamam demiyorum ama keşke sen de olsaydın diyorum. seni bir dost , bir kardeş gibi içten seviyorum. içimde kötü bir his yok sana karşı. düğümler çözüldü. ama yine de arada bir ağlıyorum birden bire. bu akşam olduğu gibi. ben bile şaşırıyorum bu bir anlık gelen aglamalara. beni neden unuttun? diye sordum sana bu akşam. beni neden ve nasıl unuttun? seni unutmak bu kadar zorken , sanki ebediyen sürecek bir gizli bağ ile bağlanmış gibi hissederken ben hala. sen beni nasıl unuttun? bugün sana sormak istedim. gerçekten istediğin bu mu? gerçekten gideyim mi? yani belki istediğinin gerçekten bu olduğundan emin olsam senin olmadığın bir yere ev kurabilirim bir şekilde. ama çok zor heyelan. sensiz bir çivi bile cakasim gelmiyor inan. ah Heyelan. sen çok gerçeksin. sen bu kadar gerçekken yitip gitmemelisin. nasıl oluyor söylesene. nasıl oluyor da tüm hayatımızı birlikte geçirmişken şimdi hiç olmamış gibi devam ediyoruz. beraber uyuduğumuz onca gece, bana Mona Roza şiirini okuduğun gün, ilk kez sessizliği beraber paylaştığımız gün. hepsi nereye gidecek? bana "sana sarılmak istiyorum" dediğin ilk anı hatırlıyorum. henüz seni çok tanımasam da sarılmak eylemi sanki ilk kez oluşturulmuş gibi gelmişti sen söylediğinde. mucizevi bir şey gibi. yani sarıldığında sanki kocaman olacağız. sanki tüm acılar dökülecek. sanki biz bir yuva olacağız gibi. ben hala hatırlıyorum " seni özledim" dediğin ilk zamanı. sanki daha önce beni kimse özlememiş gibiydi. ben çok inanmıştım sen "bu dünyada kimse seni benden daha çok sevmez" dediğinde sana. ben çok inanmıştım bizim bir aile olduğumuza. seninle kuyrukları birbirine takılan uçurtmalar değil de özgürce uçan kuşlar olacağımıza. yani şimdi bütün bunları nereye koyacağız? nereye koydun? hayır, seni suçlamıyorum. sadece nasıl olduğunu bilmek istiyorum. kokunu alıyorum tam şuan. ve kayboluyor aniden.


iyi geceler heyelan. artık ninni söylemeyeceğim.