Merhaba sevgilim.


Bugün günlerden sendi, saat şu an sana beş var. Dün ise günlerden senertesiydi. Bu mektubu sana hangi tarihte göndereceğimi bilemiyorum. Itiraf edeyim

sevgilim; bu defa göndermek de istemiyorum. Hani istememek derken, seninle konuşurken var olduğumu inkar etme niyetinde değilim. Ama doğrusu biraz gücendim sana. Kaç mektuptur yazıyorum, bir kelimene bin şiir dizerim, bir kelimenle düştüğüm uçurumu cennet eylerim, bilmiyor musun?

Aşk olsun. Aramızda olmadıysa da gözlerinin değdiği ve sesinin titrediği yerlerde...

Artık iyice kış geldi bizim burada. Sizde havalar nasıl? Ben kışı çok seviyorum, sen de seviyor musun beni ?

-Alaka arama artık, ne demek kışla ben ne alaka diye.- Benim sevdiğim her şey biraz sen iken, senin sevdiğin her şeyde biraz ben aramamın kime ne zararı var?

Çok gitmek istediğim o filme gidemedim. Gider miyim bilmiyorum. Peki sen gelir misin?

Soracak çok şeyim birikti. Anlatacak hiçbir şeyim yok gibi. Uzun yazılarım da kısaldı uzun anlatışlarım da. Meğer insan yaşamaya hevesli olmayınca kelimeleri kısalırmış ve cümleleri tamamlanmaya can atarmış. Senin cümlelerin bana ulaşamayacak kadar kısaldı mı?

Kalbim geçende çok kırıldı, sana değil. Ama sana anlatmak istiyorum. Sen kırsan da sana anlatmak. Hep sana anlatmak. Baksana sevgilim. Seni sevmem suçmuş diyorlar. Ne münasebet! Hatta seni severek kendimi sevmiyormuşum. Saçmalık, deli saçması! Bilmiyorlar mı, seni kendim biliyorum. Seni sevmem kendimi sevmektir. Kendim seni sevmezse asıl o zaman kendini sevmemektedir. Bilmiyorlar. Nereden bilsinler seninle kendimle konuşur gibi konuştuğumu. Dünyada, hayır hayır evrende ya da galaksilerde insanın en çok keyif aldığı, nefes aldığı an; kendi kendine konuşur gibi birisiyle konuşabildiği andır. Işte ben bu anların anılarında dâhi nefes alıyorum. Her nefeste kendimi sana, seni kendime, kahkahayı ağlamaya bağlıyorum.

Bir an durdum, saat seni çeyrek geçmiş. Zaman sende akıp gidiyor. Zaman sende donup kalıyor. Durdum ve şu an, evet evet uzun siyah hırkam sırtımdayken, masada mum cılız cılız yanarken, bilgisayarım üç saattir açık çalışmamı beklerken, masadaki çöpler kafamdaki çöplerle savaşırken, saçlarım dağılmışken ve artık onları eskisi kadar sevmediğimi fark ederken, mürekkebin ne ara elime bulaştığını sorgularken yani sana yazarken rüzgarın tenimi okşadığını hissediyorum. Hissetmediğim yahut eksik hissettiğim o özgürlükleri, ciğerimi dolduran nefes gibi senden çekebiliyorum. Bunlar iyi şeyler. Zannımca biz de iyi şeylerdik.

Biliyor musun sevgilim, geçenlerde bir çocuk, annesiyle geldi ofise. Babasının kredi borcu, son taksit ödemesi ve beş yüz lira eksik: " Bisikletimi satalım anne". Günlerdir altında ezildiğim cümle biliyorum ki, mesleğin başında beni en çok etkileyen anı olarak kalacak. Ya da bu mesleğin bir sonu olmayacak.

Benim her şeyim biraz eksik. Bende yarım olanın ne olduğunu bulamadım. Sen buldun mu? Sitemlerimi aldırma, beni yanlış da anlama. Sizin ordaki ağaçlara, bizim buradaki ağaçların çok selamını ilet. Bir isteğin varsa da yoksa da benden iste. Mektubuna yazdıklarından eklersen seve seve okurum.

Her yerinden.