"Neden yaşadığımı bilemeden yol alıyordum. Bunun farkına vardığımda tüm süreçleri sorgulamaya başladım hayatta. Sonuçta da bu süreçleri idare etme konusundaki gücüm kaybolup gitti…


Bir taraftan da cesaretim yoktu terk edip gitmeye; üstüme sonradan eklenmiş, gerçekçiliği olmayan sorumluluklarımı… Çıplak doğmuştum ben! Bunca yük neyin nesiydi?

Bu ikilemde kalmışken ne yapmalıydım? İkisinden birini mi seçmeliydim?


Yani, yalan dünyada canlı bir beden içerisinde, ölü bir ruh olmak ya da hayattaki diğer gerçeklere imkân vermeyen ölümü seçerek, zamanı sonlandırıp ceset olmak…

Kaldı ki ben her ikisinin de iyi veya kötü taraflarını değerlendiriyorum. Başta da dedim ya, 'sorgulamak' gibi, insanı yormaktan başka işe yaramayan bir huyla yaratılmışım.

Ne zaman kazandım, ne zaman kaybettim; ne zaman bu kadar hayatımın merkezine oturacak ve hatta kapıyı kilitleyip çıkmayı reddedecek kadar şımardı, hiç hatırlamıyorum. Olanı olduğu gibi kabullenemedim. Altında hep başka bir şeyler daha aradım; nasıl olduğunu sordum, neden bunun yapıldığını? Başarılı olan birinin başarısını kabullenemedim, önünü ardını sürekli sorguladım.

Neyse konuyu dağıtmayalım, dağıtmayalım ki en azından burada başrol oynamasın, lanet olasıca…

Gülüyorum kendime bunu söylerken. Her zaman başrolde olacak, sonuçta yazının başında demedim mi, her iki fikri de sorguluyorum diye!

Aslında beni sevdiklerini söyleyen insanlar ile uzun uzun konuştum. Bu konuşmalardan da şunu çıkardım: Karar verme yetim, kabullenme olgunluğum çok azmış. Çünkü ben sorgularken oldukça uzun bir zaman geçiriyormuşum ve karar verme veya kabullenme süresini uzatıyormuşum.

Sonuçta kendime düpedüz zarar veriyorum aslında.

Ama beynim bir noktada tıkanıyor. Şu soruya cevap bulamıyorum: Bu karmaşayı neden yaşıyorum ve nasıl devam edeceğime karşı neden bir çözümüm yok? Yazdım ya daha önce, sanırım süreyi uzatıyorum.

İşte şimdi de sana soruyorum: Peki, sen bu iki seçenekten birini seçtin mi?

Mızmız, seni rahatsız eden huyunu bastırmak bir tarafı minimalize edebildin mi?

Cevabı bana ulaşamayacak bir mektup yazıyorum, lütfen en azından yazdıklarımı okurken şu soruya doğru cevap ver."

 

Burada bitmiş yazısı arkadaşımın. Ne hâldeydi bunları yazarken, hâli değişti mi, derseniz kesinlikle hayır. Onun yıllardır teslimiyeti varmış, olumsuz düşünmeye. Küçüklüğünde yaşadığı şiddet travmalarından, başarısız olduğunda yediği azarlardan sebepmiş. Ama lüzumsuz büyütürmüş kafasında.

Ah keşke o zaman söyleyebilseydim, şimdi bambaşka hâlde olurdu. İş işten geçti. Ama dedi ya, "İki seçenekten birini sen seçtin mi?" diye. Evet, seçtim ve sana bunu söylemek için çağırdım seni. Ben yarın kimine göre hiçliğe, kimine göre huzura, kimine göre sonsuz yaşamın en sıcak tarafına, kimine göre, kimine göre...

Ama bana göre, kendi verdiğim kararın izinde gideceğim. Son bir kez vedalaşalım.

Sarılırlar.

"Sağ ol sarılman için. Gerçekten uğurlanmaya ihtiyacım vardı. Bana bencil diyebilirsin fakat kendi görmeyeceğim bir yalancılar ordusunun vedasından iyi geldi."

Arkadaşı sorar.

"Mektup kimdendi? Yazdıklarına göre kaderini korkmadan kendi yazan bir arkadaşın. Senin gibi korkak değilmiş en azından. Bu kadar yaşlanmayı beklememiş."

"Hayır, çok korkaktı aksine. O yüzden mektubu 15 yıl önce yazdı ve bugüne postalandı. Demiş ya yukarıda, ‘Sorgularım her şeyi,’ diye."

Anlatıcı güler ve son kez konuşur.

"Çok sorguladım hayatı. Bu mektup bana, benim tarafından yazılmış son mektuptu. İntihar mektubuydu..."