Nicedir sevdiği oğlana mektup yazma peşindeydi. Martıların çığlık sesleriyle dolu bir sabaha uyandı. Pencereyi açar açmaz içeriye bahçedeki çiçeklerin kokusu yayılınca derin bir oh çekti. En pahalı parfüm kokusundan bile daha eşsizdi bu koku. Kendince pencereden tüm canlıları selamlayıp içeri geçti. Saat 07.30 sularıydı. Mutfağa geçip alelade bir kahvaltı hazırladı. Arkasından atlı kovalarmışçasına bir hızla kahvaltısını bitirip mutfağı temizledi. Çalışma odasında her zamanki yerini aldıktan sonra bir müddet önündeki kağıt kaleme bakakaldı. Halinden belliydi derinlere daldığı. Tüm bu sessizliği kolunun çarpması sonucu yere düşen kalem bozdu. Saçlarını bir çırpıda toplayıp gözlüklerini taktı ve nicedir yazmayı düşündüğü mektuba odaklanma kararı aldı.


Aradan birkaç saat geçtikten sonra kalem kağıdın üzerinde adeta kuğu edasıyla süzülünce "Ela’sına yandığım..." diye başladı. Durdu. "Ela’sına yandığım..." diye bitirdi. Gördü ki hitaptan öteye geçemedi. Anladı ki aşkın namesinde sernameden öte kelam yok. Ve lügatinde Ela’sına yandığından öte sözcük yok...