Hayat dostlarıyla, arkadaşlarıyla nasıl da güzeldi. Çevresi kalabalıklarla doluyken daha bir iyi hissediyordu Melike. Belki kendine bile itiraf edemezdi ama onun en korktuğu şeydi kendi kendine kalabilmek. Çabucak sıkılırdı tek başına kaldığında, hemen kendisini oyalayacak bir şeyler bulmaya çabalardı. Hiç olmadı birkaç arkadaşıyla görüşme ayarlar, kendisini sarmayacak sohbet konuları da olsa vakit öldürmeye bayılırdı. Yalnızlıktı en korktuğu şey, annesinin çalışıyor olmasından mıdır nedir küçüklüğünden beri sürekli yanında birileri olsun isterdi. Yanında olan kişilerin niteliği niceliği mühim değildi. Kalabalık olması yeter de artardı onun için. Bu sebeple uzun yıllardır hiç de dengi olmayan, asla anlaşamayacağı insanlarla çok fazlaydı zaman geçirmişliği. Bazen kendini sorgular, niçin böylesi bir yönelimi olduğunu anlamaya çalışırdı. Yalnız kalamamak sorundu onun için ve sırf bu yüzden hiçbir teklifi geri çeviremeyip herkesin gönlünü hoş tutmak isterdi. Aslında bilirdi herkesi memnun etmek isteyenin en çok kendini huzursuz ettiğini ama yine de vazgeçmezdi bu huyundan.

Çocukluğunda bir süre anneannesi belli bir süre de bakıcı ilgilenmişti Melike’yle. Anneannesinin baktığı dönem gelip gitmesi zor olur diye haftanın bazı günleri anneannesinde kalması gerekirdi. Anneanneye giderken annesinden ayrıldığı için, annesine gelirken de anneannesinden ayrıldığı için hıçkıra hıçkıra ağlardı Melike. İsterdi ki tüm ailesi bir arada olsun. Birilerini tercih etmek durumunda kalmasın. Çalışan annesi olan her çocuğun yaşadığı gibi, hayatlarının konforlu olması için Melike ve ablası da mahrum kalmıştı annesiyle doyasıya zaman geçirmekten. Büyüdükçe geçmiyordu çocuklukta yaşanan travmalar hatta daha belirgin hissedilir olmuştu çocukluktan gelme yalnız kalmaktan kaçışlar. Sırf bu yüzden olmayı istemediği yerlerde dahi bulunuyor, herkes tarafından sevilince daha mutlu olacağına inanıyordu. Hayat o kadar toz pembe değildi, sevilme beklentisiyle girdiği her ortamda özündeki yalnızlığı yüzüne vuruluyordu ama Melike uslanmıyordu. Böyle olması onu fazlasıyla üzse de değişmek istemiyor üstüne bir de değişime direniyordu.

Çin'de ortaya çıkan virüs salgını haberlerini sosyal medyadan izleyip, neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Kimyasal bir savaş mı başlıyordu yoksa Çin kendi kalabalığını seyreltmeyi laboratuvar yapımı virüslere mi teslim etmişti. Videolar görüyordu, boş sokakları gösteren. Epeyce ilginçti, bilimkurgu filmini anımsatan görüntüler. Sonra İtalya'da balkonlarından iletişen insanları görüp, Avrupa işte nasıl da medeniler, eğlenmenin yolunu bulmuşlar dedi içinden hafiften de gülümseyerek. Aklının ucundan bile geçmezdi kendi ülkesinin başına da bela olacağının bu virüsün. Genetiğiyle ilgiliydi ya da yetiştiriliş tarzından, en iyisini düşünmeye odaklıydı her zaman Melike. Virüs salgını için de aynısını düşündü. Hayat normal akışında seyrederken resmi açıklamalar gelmeye başladı. Beklenmeyen olmuş, ülkesi de virüse teslimdi artık. Kriz olarak algılayamadı başlarda, belki de olayın şokundaydı. Çalıştığı kurum iki hafta kadar eğitime ara verileceğini duyurduğunda tedirgin olsa da en kötü ihtimalle bir ay sonra okuldayız diye düşündü. Öğrencileriyle daha önce de uzun süre ayrı kalmıştı ama hepsi tatlı yorgunluklar sonrası hak edilmiş tatillerdi. Bu seferki farklıydı, zorunlu bir ayrı kalıştı ve ne kadar süreceği meçhuldü. Bu süreçte öğrencilerine ödev eşliğinde moral de veriyordu. Zordu soyut kavramları anlayamayan yaştaki çocuklara anlatmak virüsü ve alınması gereken önlemleri. Gıdaları olan oyun alanları daralmıştı, arkadaşlarını ve öğretmenlerini özleyip ağlayarak telefon eden çocukları teselli etmesi güçtü ama güçlü olmak zorundaydı. Sesi çatallaşsa da belli etmemeye çalıştı fazlaca üzüldüğünü. Kurallara uymanın öneminden ve kavuşacakları günün güzelliğinden bahsetti her görüşmelerinde her bir öğrencisine. Görüşme sonrası hüzünlenip ağlasa da ardından kaldığı yerden devam ediyordu yaşamaya.


Melike ailesinin ikinci çocuğu olmasından dolayı, ne çok üzerine düşülmüş ne de tamamen görmezden gelinmiş bir çocukluk yaşadığından ebeveynleriyle mesafeli bir ilişkiye sahipti. Sormazlarsa fikrini söylemez, kendisi karışmadığı gibi hayatına müdahale edilmesinden de hoşlanmazdı. Uzun yıllardır bu böyleyken salgının gelmesiyle aile içi ilişkileri de değişkenlik göstermeye başladı. Çocukluğunda iş yoğunluğundan ilgi gösteremeyen babasıyla iletişimleri artmıştı. Melike alışkın olmadığı için bu durum tuhaf gelse de hoşuna gitmeye başlamıştı yeni gelişmeler. Normal zamanlarda uzun süre bir arada vakit geçirmediği ailesiyle sıklıkla vakit geçirmeye başladı. Onları birbirine yaklaştıran belki de ölüm gerçeğinin çok yakınlarında dolaşmasıydı ve tam da bu zamanlar birlikte vakit geçirmek için sunulmuş bir armağandı. Haberleri birlikte izleyip üzerine konuşmaktan tutun da akşama pişecek yemeğe kadar hep birlikte karar vermekten keyif alır olmuşlardı. Farkındalıkları artmıştı birbirlerine dair, Melike küçükken babasının yoğunluğu büyüdüğünde de kendisinin meşguliyetleri yaşamalarına engeldi belki de şimdilerde yaşadıkları samimiyete. Günler günleri kovalıyor fakat salgın hız kesmeden yayılmaya devam ediyordu. Sanki hiç bitmeyecek gibiydi ama daha önce salgın görülen ülkeler yavaş yavaş normale dönüyordu. Melike’nin kafası hiç olmadığı kadar karışıktı, geceleri bir umutla yatıp güne yine aynı şeyleri yaşayacak olmanın verdiği duygu karmaşasıyla başlıyordu. Çok sıkıldığı zamanlarda, çalıştığı dönemdeki yoğunluklarını anımsayıp istediği gibi dinlenebileceği bir fırsat olarak görmeye çabalıyordu bu günleri. Bitecekti nasılsa, sonsuza kadar sürmezdi en kötü anlar bile.


Günler günleri kovalıyor, sanki her gün aynı şeyler yaşanıyor gibi görünse de birçok şey değişmeye devam ediyordu Melike’nin hayatında. Kendi kendine kalıp düşünme zamanları artmıştı ve daha çok sorar olmuştu ben kimde ne kadarım, kim bende ne kadar diye. Fark ettiği önemli bir şey de kendi değerini daha bir anlamıştı, nasıl da kıymetliydi aslında. Günler normal seyrinde devam ederkenki koşturmacalarını anımsayıp gülümserken yakalar olmuştu sıklıkla kendini. Ne kadar da yoğun yaşıyordu hayatı, birden duruvermişti o koşturmacası, aslında yön değiştirmişti yoğunluğu. Dıştan içe yönelişti bolca zaman alacak olan. Vakit geçirdiği insanları düşündü, ne kadarını özlüyordu. Bir de en çok özlediğinin geçen zamanı düşünmeksizin yürümek olduğunu fark etti. Bir sabah yatağında doğrulup düşünürken hızlıca ayağa kalktı ve balkona çıkıp bağırmak istedi “Oysa nasıl da yanılmışım, değer verip gündemimde tuttuğum birçok şey nasıl da değersizmiş. Kendi kıymetimi bilemeyip bunca yıl yaşadığıma yanmayacağım. Bundan sonraki hayatımı bu günlerde aldığım kararlara göre inşa edeceğim.” diye. Yapamadı ama balkonda durup bunu düşünmek bile içten içe rahatlattı Melike’yi. Kendisine sunulan bu günleri gelişimine fayda sağlayarak geçirmeye karar verip, eğitimlere başladı. Kendi sloganı değil miydi “Öğrenmek Ömür Boyu” zamanı da vardı nasılsa. Rutini olan kitap okumak ve film izlemek artık daha özel ve değerliydi hayatında. Televizyonu açmak her zamanki gibi gereksiz geliyordu, ne de olsa ağzı olan yorum yapıp can sıkabiliyordu. Son dakika haberleriyle gündemi tırtıklamak daha keyif vericiydi.

Yaz ayları yaklaşıyor, güneş her zamankinden daha fazla ısıtıyordu dünyayı. Beklenen güzel haberler geliyordu art arda. Melike’nin keyfine diyecek yoktu, her gün mutlulukla uyanıyor neşeyle kahvaltısını yapıyor ve salgın süresince kazandığı rutinlerini yerine getiriyordu. Umut edip beklediği günler çok yakındı. Morali yüksek olduğundan öğrencilerini de en neşeli sesiyle arayıp çok yakında görüşeceklerini müjdeliyordu. Ve beklenen oldu, artık hayat normal seyrine dönmüştü. Dışarıya çıkıp saatlerce yürümek, sevdiği, özlediği arkadaşlarıyla uzun sohbetler etmek, öğrencileriyle hasret gidermek için sabırsızlanıyordu Melike. Korkulu günler geride kalmış, yaşanacak bir dolu gün vardı önlerinde.



Melike, yaşadığı günlerin etkisinden olsa gerek artık daha az kafa yoruyordu üzerinde durulmaması gereken konulara. Şehrin sokaklarında uzun uzadıya yürüyüşe çıkıp seyre dalıyordu özlediği gökyüzünü ve doğanın yeniden doğuşunu. İnsan da doğaya benzemez miydi, mevsimleri vardı yaprak dökümü yaşadığı ve hiç yaprak dökmemişçesine yeniden yeşerdiği. Kötü günler geride kalmıştı kalmasına ama bir türlü susmayacak olanlar vardı unutulana değin konuşacak. Onlardan usulca uzaklaştı. Dersini almış, hayatına da uygular olmuştu. Gereksizdi üstüne konuşmak, yorum yapmaya devam etmek. Bir gün arkadaşlarıyla sohbet ederken masaya gelen yabancı dikkatini çekti, arkadaşlarından birinin yakınıydı. Herkesle selamlaştıktan sonra gündemi değerlendirmeye koyulan yabancı susmak bilmiyordu. Herkesi susturmuş, sadece kendisinin dinlenmesini istiyordu. Melike normalde yapmayacağı bir tavırla izin isteyip masadan kalktı. Arkadaşlarıyla vedalaştı başka bir zaman buluşmak üzere. Eskiden olsa dinlemese de arkadaşlarının hatrına oturacağı ortamı terk etmişti. Boş söze tahammülü kalmadığından boş konuşanı da dinlemek zorunda hissetmiyordu artık. Çevresindeki bazı insanlar onu değişmekle suçladılar. Evet değişmişti, kendini yıpratmaktan kaçınıyor önceliği kendine veriyordu. Sırtında yük misali taşıdığı insanları bir bir layık oldukları yere koyuyordu, önce zihninde sonra hayatında. Değer gördüğü kadar değerliydi insanlar, ne eksik ne fazla. Hayat böyle çok daha güzeldi.

Gereksiz kırgınlıklara ve küslüklere yer yoktu artık. Canını sıkan ortamlardan uzak duruyor, canını sıkan insanlarla muhatap olmuyordu. Kaybettiği çok insan olduysa da bu süreçte kendini kazanmıştı Melike. Artık daha mutluydu ve geleceğe umutla bakıyordu. Biliyordu ki en uzun ilişkisi kendisiyle olandı ve iyi geçinmeliydi özüyle. Sevip değer verdiği, değer gördüğü insanlarla hayatı yaşamak daha kolaydı. Şimdiye kadar neden bunu akıl edemediğini soruyordu arada kendine. Cevabı olgunlaşmak oluyordu. Yaşlanmak ve yaş almak arasındaki farktı olgunlaşmak. Olgunlaştıkça anlamıştı hayatın nasıl daha çekilir yaşanacağını. Gülümseyerek hatırlayacaktı yıllar sonra, yalnızlığa tahammül edemediği zamanların salgınla değişime uğramasını. Hayatının fırsatı olmalıydı izole yaşanan günler, belki de kalabalıklar arasında olsa bunca kolay olmayacaktı aldığı kararların arkasında durmak. Hayatı gelişine yaşamak lazımdı, öğrendi Melike de bizzat yaşayarak. Kontrol kendisinde gibi görünse de hayatın akışı şaşırtmaya devam ediyordu her seferinde. Önemli olan, her yaşanılandan gerekli dersi alıp öyle devam etmekti hayata. Yoksa hayat, tekrar eden alttan alınan derslerle boğuşmaya mahkum ediyordu insanı.


Mayıs 2020 / Asel Kaya