Islık çalıyor gözleri, her makamda. Sonra “tahmin et bakalım” diyor, gökkuşağını göstererek. Rast diyorum ısrarla, rast yedinci renk.


İşte o zaman fark etmiştim. Defalarca saydım ve hatta parmaklarımı avucumda birleştirerek sayarken renkleri, kendimi yakaladım. Çarpım tablosunu hala ezberleyememişim ve anlamadığım şeyleri sayarken yumruk sıkıyorum. Her saydığımda altı. Kafasının solunda gökkuşağı. Aslında yedi çizgi seçebiliyordum ama cidden sayamıyorum. Bulamadın sen de değil mi? İşte o ıslık çalarken rast dedim kendi kendime.


Yüzün soğumuş, göz altların yeşil. Yosun tutmuşsun sanki dostum. Ama merak etme iki madeni para koydum. Kayıkçıya selam söyle. Marmara'nın altından geçiyormuş o nehir. Mavi mi dedin? Yok değil, saymıştım onu. Topla şu bacaklarını, hem topukların da sararmış. Ceplerine taş değil bir ev koydum, kolay batarsın. Gurup garip kelime değil mi? Her seferinde bir “u” fazla yazmışım gibi. Her seferinde turuncu bir gün batımını hatırlatıyor bana. Kına yakmış gibi bulutlar. Biraz arala gözlerini, evet evet böyle iyi. Kan oturmuş ama akına haberin olsun. Kırmızı gözlerinle bir cesetten çok boğaya benziyorsun. Kızma bana bıçak kör olmuştu bileklerimi kestiğimde. O yüzden ip kullandım. Boğazında mor bir kolye gibi duran iz, itirafımdır. 


Dokunmayacaktın ona dostum, ha siktir duydun mu lan? Adam rast gele dedi. Neyse, saymaya çalışırken gökkuşağındaki renkleri, bir ayağının denize değdiğini fark etmiştim. Şimdi aynı ezgi kulaklarımda. Eğer yedinci rengi bulursan suyun dibinde, bana mektup yolla.