Bütün mesafelere rağmen yanı başımdaymış gibi. Dokunsam titreyecekmiş gibi için. Ne zaman seni düşünsem bu böyle. Ardımda bırakacağım seni, diyorum kendime defalarca. Kendimi ardından bakarken buluyorum istemsiz. Çok önceleri yani gidişin henüz tazeyken inanmak istemedim çünkü gitmek böyle olmazdı, bana böyle öğretmemişlerdi. 

Gitmek demek; ruhların bile duymadığı o vakitte arkandaki yüreklere iz bırakmadan, yük olmadan gitmek. İşte gitmenin bendeki tarifi. Lakin sen uymuyorsun. 


Arkanda bıraktığın sadece ayak izlerin olsaydı şayet razıyım diyebilirdim. Birkaç güzel geçmiş zaman anısı, biraz kavga gürültü, kaç kere incindiğini bilmeyen fakat her defasında yaralarını saran bir yürek. Hafızan haindir senin, unutmuş olmalısın. Hatta unuttun çoktan, biliyorum. Ancak benim hafızam da ziyadesiyle hain. Unutmuyor, unutturmuyor seni bana. En büyük düşmanım, beynim. En ince ayrıntısına kadar işlemiş seni. Belki de biliyordu gideceğini. Gittin. 


Seni taşıyan o ayaklara seni dağdan dağa, bağdan bağa aşıran o yollara sorabilsem keşke. Ne verdiniz ona? Nereye çıktı sokağı, nerede bu menzil? Araya giren yollar, mesafeler iyi geldi mi ona? Söyleyin olduğu yerde mutlu mu? Bilmiyorum fakat umuyorum ki mutlusundur ve diliyorum ki o mesafeleri aşan ayakların bir taş yüzü görmesin. Sen hissetmezsin ama olur da değerse benim canım yanar.