Uyarı: Okumakta olduğunuz içerikte birtakım tetikleyici unsurlar mevcuttur.



13 Nisan 19


"Otur şöyle, konuşalım biraz." dedi eliyle masanın hemen önündeki sandalyeyi işaret ederek. Ardından kendisi de koyu kahve saçlarıyla salına salına yerleşti masanın diğer ucuna. Önce sağ tarafındaki gözlüğünü aldı daha sonra solunda duran defteri. Bir iki yaprak çevirip önüne koyduktan sonra kafasını kaldırdı ve hâlâ kapının önünde, başı önüne eğik, titreyerek bekleyen genç kıza baktı.

"Oturmayacak mısın Meryem?" dedi tekrar önündeki sandalyeyi işaret ederek.

Duyduğu sesle irkilen Meryem büyük ama temkinli adımlarla yaklaştı masaya. Önce kendini sandalyeye, sonra bebeği kucağına yerleştirdi sakin hareketlerle. Hareketlenmenin farkına varan bebeğin hafif aralık dudaklarından dökülen birkaç anlamsız sözcük havaya karıştı. Elleriyle bebeğin yüzünü okşadı Meryem. Henüz genç bir kız olmasına rağmen nasırlı ellerini gezdirdi bu küçük mucizenin yüzünde. Önce kirpiklerine, sonra henüz tam şekillenememiş saçlarına, en son da tekrar yanaklarına yöneldi. Usul usul, tadına vara vara gezdirdi nasırlı ellerini bebeğinin üzerinde.


Bu sahnenin hiçbir ayrıntısını kaçırmak istemeyen Melda Hanım bir süre bu sessiz filme seyirci oldu. Meryem'in çiçekli tülbentinden çıkan altın sarısı saçlarını, hafif nemli güzel kahve gözlerini, nasırlı ellerini inceledi. "Böyle güzel bir kız aman Allah'ım, neden?" diye geçirdi içinden. "Hayat, neden hep böyle masumları sınamak zorunda?"


Sonunda nerede olduğunu yeni idrak edermişçesine irkildi Meryem. Kafasını kaldırıp odada gezindirdi nemli gözlerini bir süre. Önce karşı duvarda anlamsız şekiller barındıran tabloya, ardından önünde duran; kapağında birçok kadın, çocuk resimleri olan dergilere... 


"Bana biraz kendinden bahseder misin Meryem?" dedi Melda dikkati üzerine çekmek istercesine. Bu hamleye karşılık göz göze geldi iki kadın. Meryem'in kahverengi gözlerine sağanağa gebe bulutlar yerleşti.

Meryem'in küçük, etli dudağı kıpırdandı. Birkaç kez açılıp kapandı. Nitekim bir sözcük firar etmemişti, edememişti. Birkaç kez gözlerini kırpıştırdı. Ardından derin bir nefes aldı. Sanki bir mahkemedeydi. Suçunu itiraf eden bir sanık gibi. Gelgitlerdeydi. Anlatıp vicdan azabından kurtulmalı mıydı? Yoksa inkâr edip azat edilmeyi beklemeli miydi?


En sonunda şu iki cümle firar etti dudaklarından: 

"Adım Meryem. On dokuz yaşındayım."

Bu sözleri bir bıçak gibi kesti suskun odayı. Melda ellerini çenesi dayadı. Meryem'i daha yakından tanımak istiyordu. Hem madden hem maneviyen.

"Kucağındaki bebek, kardeşin mi?" diye bir soru daha yöneltti Melda. Bu söze karşılık bebeğe baktı Meryem.

"Kızım" dedi belli belirsiz bir sesle. Sesi o kadar boğuk ve anlamsız çıkmıştı ki Melda Hanım anlamadığına dair bir ses çıkardı. Meryem yineledi:.

"Kızım." 

Meryem'in kucağındaki bebek kendisinden bahsedildiğini anlamışçasına bir hıçkırık salladı havaya. Ardından küçük, küçücük bir gülümseme. 

Meryem'in suskunluğu devam ediyordu. Belli ki mahkemede işler yolunda gidiyordu. En azından hakim için. Çünkü Meryem itiraf öncesi sessizlikteydi. İç muhakemesini bitirmek üzereydi. Bu dünyada bir kez vicdan muhakemesini nihayete erdiren insanı hiçbir mahkeme azat edemezdi. Meryem bunu biliyordu. Bu yüzden susuyordu.

"Peki. Bana kendinden bahseder misin Meryem?" dedi sesini yumuşatarak. Meryem kafasını salladı usulca. Mahkeme başlamıştı işte. Adalet, suçluyu yargılayacaktı. Ama hangi adalet? Mahkeme salonlarında adı koca, parlak harflerle yazılan Adalet mi? Hayır. Kader ve onun adaleti.

"Ya şöyle mi demeliyim: Neden buradasın?" dedi Melda Hanım. Onun için çok basit bir soruydu. Kendisine sorulsa bir çırpıda cevaplayabilirdi. "Okudum." derdi. "Bugünlere gelebilmek için, senin, sizin gibilerin hayatına dokunabilmek için okudum. Ve işte buradayım." derdi. Fakat Meryem için bu sorunun cevabı o kadar da basit değildi. Önce bebeğine baktı, ardından karşısındaki kadına. Kadının ışıl ışıl parlayan göz bebeklerine baktı. Hayatın sillesini yememişti belli ki. Üzerinde yaşının verdiği bir yorgunluk, ermişlik de yoktu. Hayatı boyunca koşmuştu bir şeylerin peşinden, belliydi fakat hiç düşmemişti. Göz bebekleri sırdaş olmamıştı soğuk betonun girintileriyle.


"Kaçtım."

 

Bu sözcük bir sofusunun duası gibi döküldü dudaklarından. Bir süre bekledi Meryem. Karşısındaki kadının sormasını bekledi. Neyden ya da kimden demesini bekledi. Ama karşısındaki kadın sormuyordu. Aksine, apansız bir sükunetle bakmaya devam etti bu genç kızın yüzüne. Meryem bekledi. Kadının gözlerinin içine baktı. Yalvarır gibiydi. Sor, yargıla beni, sen de suçla diye avaz avaz bağırmak istedi. Yargıla, demek istedi, işte buradayım, karşında. Salla darağacında şu dünyaya yabancı bedenimi!

Yapamadı. Suskunluk, gürültüden çok şey anlatıyordu o anlarda. Meryem'in bulutlu gözlerinden köyü geçti. Annesi, babası, amcasının oğlu, okulu, arkadaşları, bebeği... Sonra sol gözünden iri bir yaş kaydı yanaklarına. Yavaş yavaş aktı bembeyaz teninden. Akarken yaktı geçti Meryem'in tenini. Kalbine düştü, ateş oldu. İbrahim'in atıldığı ateş misali sardı tüm kalbini. 

Bir süre sessizce ağladı küçük Meryem. Aniden sağ elini bebeğinin üzerinden çekerek bir hışımla sildi yanaklarından süzülen gözyaşları. Güzel gözlerinde bir kıvılcım çaktı. Derin bir nefes aldı. 

Meryem tekrar çevirdi bakışlarını karşıdaki tabloya. Dudaklarından usul usul, tane tane döktü yüreğindekileri.

"...'da doğdum. Annem beni doğururken vefat etmiş. Babam ve üvey annemle yaşıyordum." Ardından derin bir nefes aldı. 

"Köyde babama yardım ettim çocukluğum boyunca, bir yandan da liseyi bitirdim. Üvey annemle babamın çocukları olmadı. Evde her şeye, herkese yetişen bendim. Bu koşuşturmacada okumaya da çalışıyordum. Tabii babam izin verdiğince. Üvey annem hep bir kız çocuğu isterdi. Rüyasında görmüş bir gün. Cübbe içinde "annem annem" diyormuş bir kız ona. Ama olmadı işte. Üvey annem de güç bela ikna etti babamı. Sınava girdim. Eylül başında üniversiteye başladım. Her şey yolunda gidiyordu. Babamdan süreli azar işitsem de bırakmadım okulu. "Kız kısmı okumaz, oturur çocuk bakar," diyordu babam. Nitekim üvey annem istemişti bir kere. Benim gibi değildi. Dişli bir kadındı. Babam da bir dediğini iki etmezdi. O yüzden gizli kapaklı, üvey annem yokken söylerdi bunları." dedi nefesini dışarı vererek. Meryem'in düzgün Türkçesi Melda Hanım'ın dikkatini çekmişti. Eliyle devam etmesini isteyen bir hareket yaptı. Genç kız kendini toparladı ve devam etti.

"Hayatım böyle gidiyordu. Ta ki o güne kadar. Bir gün okuldan çıktım. Arkadaşımla otobüs durağına yürürken amcamın oğlu Yusuf'u gördüm. Durağın biraz uzağında beni bekliyordu. Elini salladı yanıma gel dercesine."

Burada durdu Meryem. Kıpkırmızı olmuş yanaklarından bir damla yaş daha düştü. Bırakmadı kendini, devam etti.

"Arkadaşıma veda ettim. Yusuf beni köşede bekliyordu, yanına gittim. Yusuf, çocukluktan beri bana saplantılıydı. Saplantılıydı diyorum çünkü bu masum bir aşk hikayesini geçmişti yıllar önce. Daha küçücük çocukken bile yanıma gelip 'seni alacağım, seni alacağım" diye sıkıştırıyordu beni. Okuldan çıkınca gizli gizli takip ediyordu eve kadar. Ne giysem kızıyordu, gizli kapaklı mektuplar koyuyordu çantama. Hayatım boyunca da rahat bırakmadı. İstemiyorum dediğim halde sürekli peşimdeydi. Sıkılmıştım artık. Okumak, kendi hayatımı kurmak, kurtulmak istiyordum. Son zamanlarda daha da sık boğaz etmeye başlamıştı. Onu orada, durakta görünce de içimden avaz avaz bağırıp koşmak, kaçmak gelmişti. Ama yapmadım. Nereye kadar gidebilirdim ki? Bulurdu. Bugün olmasa yarın sıkıştıracaktı.

Akşam olmuştu, otobüs birazdan ilçeye gitmek için kalkacaktı. Yusuf'a neden geldiğini sordum. Önce beni görmek için geldiğini söyledi. Kestirip atmaya çalıştım. Otobüse yetişmem lazım, seninle konuşmaya vaktim yok, dedim. Çok net hatırlıyorum, "amcamı ne yap ne et ikna et. Evleneceğiz," dedi. O zamanlar babam beni muhtarın oğluna verecekti. O yüzden Yusuf'u istemiyordu. Sözlerine karşılık vermedim. Yanından hızla uzaklaşıp durağa yürüdüm. İnsanların içine karışırsam beni rahat bırakır zannediyordum. Peşimden geldi."

Sonlara doğru sesi kısılmaya başlamıştı. Melda Hanım meraklı gözlerle bakmaya devam etti bu yarım kadına. 

"So-sonra kolumdan tutup beni bir arabaya çekiştirdi. Binmemek için direttim bir süre. Benden daha güçlüydü, karşı koyamadım. Çantam, elimdeki şapkam... Her şeyi yere fırlattı. Sadece ben ve o arabanın içinde kaldık. Birkaç saat kadar sürdü arabayı. Güneş battı, şehrin de dışına çıkmıştık. Hiçbir şey konuşmadı saatlerce, durmadı. Korktum. Dakikalarca arabada ağladım. Çıldırmış gibiydim. Hakaret ettim, vurdum, benden ne istediğini sordum, yalvardım... Beni bırakmasını söyledim." dedi Meryem bir hıçkırığı havaya savururken. Ağlaması şiddetleniyordu. İçinde büyüyen bu yangın artık kontrol edilemez bir noktaya gelmişti. Ne var ne yoksa katıp karıştırıyordu içine. Aklına o sahne düştü Meryem'in. Kucağındaki bebeğin örtüsünü sıktı. Derin bir nefes aldı. Yangın, ulaşmıştı Meryem'in ince ruhuna.

"Sonra ağaçlık bir yere geldik. Arabadan inmemi istedi. Direndim. Birkaç kez vurdu bana. Kaçmak istedim. Yapamadım." dedi Meryem gözyaşları içinde. "Yapamadım, koruyamadım kendimi." dedi iyice boşalarak. 

Melda Hanım kendine engel olamadı. "Seni taciz etti." dedi önündeki yarı açık deftere bakarak. Meryem bir hıçkırık daha bahşetti havaya. Kafasını salladı. İçindekileri ilk kez birine anlatmanın ağırlığıyla kafasını gömdü bebeğinin boynuna. Aklından parça parça anlar geçti. Yusuf'un hakaretleri, tehditleri, dokunuşu, sesi... İğrenç nefesini ensesinde hissetti. İrkildi. Çığlık atarak ayağa kalktı. Etrafından bağımsızdı artık. Ne duyabiliyor, ne de konuşabiliyordu. Nefesi kesilene kadar ağladı. En sonunda kucağındaki bebeğiyle diz üstü düştü parke zemine. 

Bebek ağladı bu sefer. Meryem irkildi. Bu ses onu kendine getirmişti. Nerede olduğunu hatırlar gibi oldu. Önce Melda Hanım'a baktı. Sonra kucağındaki bebeğe. Kendini toparlamaya çalıştı. O kadar paramparça olmuştu ki bunu yapmak biraz zamanını almıştı. Acele etmedi Melda Hanım. Sakinleşmesini bekledi. 

Nihayet biraz sakinleşir gibi oldu Meryem. Belki yirminci defa derin bir nefes aldı. Başlamıştı. Birine içini bu denli dökmüşken duramazdı. Durmadı da.

"Elif'e hamile olduğumu öğrendim. Önce babam, sonra bütün köy. Herkes beni suçladı. Herkes Yusuf'u ayartmış, orospu dedi hakkımda. Yıllarca çektiğim eziyeti bilmiyorlarmış gibi bir de ayıpladılar beni. Üvey annem bile sırtını döndü. En sonunda beni Yusuf'a verdiler. Karnımda bebek, elimde kitaplarımla gelin gittim. Okutmadı tabii. Yusuf çok dövdü beni, bebeğimi. Hamile halimle kan kustuğum günler oldu. Saatlerce kapı önünde, buz havada köpek gibi beklediğim oldu. Herkes görüyordu, biliyordu. Kimse yardım etmiyordu. Sonuçta Yusuf'u ayartan bendim. Ondan hamile kalan bendim. Hak etmiştim. 

Tacizlerine devam etti. Bıkmadı. En sonunda Elif'i doğurdum. Tek başıma sabahın beşinde ağlaya ağlaya doğurdum hem de. Kimse yoktu yanımda. Ne üvey annem ne de başkası. O gün aklıma geldikçe çıldıracak gibi oluyorum. Yatak kan içinde diye lohusa lohusa dövüldüğümü bilirim. Tüm bunlara rağmen aylarca direndim. Kendimi düşünmüyordum. Çocuğum vardı artık. Onun için direniyordum ama olmadı. Artık gücüm kalmamıştı. Sabrım tükenmişti. Uyuyamıyordum, yemek yiyemiyordum, nefes alamıyordum. Ben de, ben de kaçtım." dedi gözyaşlarını elinin tersiyle silerken. 

"Dayanamadım, anlıyor musunuz? Yapamadım. Her gün yediğim dayaklar, köydeki insanların bana bakışları, şu kucağımdaki bebek... Her şey üstüme üstüme geldi. Kendimi öldürmek istedim. Onu da yapamadım. Yaşamayı beceremediğim gibi ölmeyi de beceremedim. Ben de bebeğimi aldım. Kaçtım oradan."

Sözler, bazen yaşanılanları anlatmakta tecrübesiz kalır. Ancak yaşayarak öğrenilir bazı acılar. Kağıda dökülemez ama insanın içine döküldüğü çok olur. 

Melda Hanım duyduklarını sindirmeye çalıştı birkaç dakika. Kolay değildi. Küçük, küçücük, daha on dokuz yaşındaki bir kız. Neler çekmişti böyle? Hayat neler yaşatmıştı? Derin bir nefes aldı. Söze nereden başlayacağını ilk defa bilemiyordu. Yıllardır bu mesleğin içindeydi. Bu tip vakalarla karşılaşmıştı çok kez. Ama bu kızcağız... 

Anlamsız birkaç sözcük döküldü Melda Hanım'ın dudaklarından. Sonra tekrar sustu. Meryem'i izledi. İlginç. Meryem'in yüzündeki ağlamaklı ifade kaybolmuştu. Sakindi. Ağlamıyordu. Uzun zamandır içinde yaşadığı bu şeyleri birine anlatmıştı. Sanki uçup gitmişti tüm yaşanılanlar. Hissizdi. İşte, dedi Melda Hanım. İnsan, acıyı nasıl da kabulleniyor. 

Bir deneme daha yapmak için hazırlanıyordu ki kapının tok sesi ikisinin de dikkatini üzerine çekti. Melda Hanım "gel" dedi dışarıdakine. Kapı aralandı. Önce kel, koca burunlu, kirli sakallı bir baş gözüktü. Komiser Nevzat. Ardından bedeni de büsbütün gözler önündeydi. Heybetli, uzun boylu, yapılı bir adamdı. 

"İşiniz bitti mi Melda Hanım? Hanımefendinin ailesine ulaştık. Burada olmak üzereler." 

Bu sözler... İşte mahkemenin Meryem hakkındaki hükmüydü. Karar verilmişti. Meryem darağacına gidiyordu. 

Bunu duyan Meryem önce bir çığlık savurdu havaya. Bu çığlık ki yaklaşanı acısıyla keserdi. 

"Hayır, vermeyin beni onlara! Yalvarırım vermeyin! Öldürecekler beni! Bebeğimi öldürecekler! Kurtarın beni!" diye bağırdı odanın içinde. Kâh bağırıyor kâh ağlıyordu. Çıldırmış gibiydi. Etrafa yarım yamalak sözcükler atıyordu. Bağırıyor, hıçkırıyordu. Bir elinde bebeği, yüreğinde ateşiyle yalvarıyordu. Komiser de Melda Hanım da suspus olmuştu. 

Meryem, Komiser Nevzat'ın ayakucuna çöktü. Yorulmuştu. Dizleri acıyla kavruldu. Yalvarırcasına kaldırdı kafasını.

"Beni onlara vermeyin."


Tam o sırada komiserin telefonunun sesi odayı doldurdu. Melda Hanım'ı kendine getirdi bu ses. Hızla Meryem'e koştu. Onu yerden kaldırmak için davrandı. Bu sırada Komiser Nevzat telefonu açmıştı. 

"Görevdeyim kızım, sonra konuşalım." Evet arayan Komiser Nevzat'ın kızıydı. Henüz on yedisinde liseli bir gençti. Okul çıkışı arkadaşlarında kalmak için izin isteyecekti.

Telefonda kızın sesi belli belirsiz duyuldu. 

Nevzat, "Tamam kızım. Dikkat et. Yarın öğlen evde ol." diyerek kapadı telefonu. Ardından sandalyeye tekrar yerleşmiş Meryem'e kaydı gözleri. Kızından sadece iki yaş büyüktü. Fakat elleri, gözleri, kucağındaki bebeği bile avaz avaz bağırıyordu ben daha çocuğum diye. İç çekti Nevzat. Kızını düşündü. Bu iyi bir fikir değildi. Bu yüzden fikri def etmek istercesine kafasını sağa sola saldırı. Aslında duygusuz biri değildi. Fakat işi buydu. O kızın bir ailesi vardı. Ve onlara geri verilmeliydi. Görevi buydu.

"Nevzat Bey. Biraz konuşabilir miyiz?" dedi Melda Hanım. Ve ekledi: "Dışarda."

İkisi birlikte kapının diğer ucuna gittiler. Meryem artık teslim olmuş bir vaziyette oturuyordu sandalyede. Bebeğine baktı. Eğildi, öptü. Kokusunu içine çekti. Yanaklarını okşadı, ellerini sevdi. 

Dışardan Melda Hanım'ın sesi geliyordu. 

"Lütfen Nevzat. Yardım etmemiz gerekiyor." diyordu. Ama adalet kararını vermişti. Darağacı kurulmuştu. Şimdi tek gereken onu celladın yanına götürmekti.  

Melda Hanım sessiz sedasız geri döndü odaya. Meryem'e baktı. Sakindi. Teslim olmuş bir ifadesi vardı. Az önce bağırıp çağıran kendisi değilmiş gibi büyük bir sükunetle bebeğini izliyordu. Kafasını sağa sola salladı Melda. Aklındaki düşünceleri def etmek istedi. 

O sırada içeri temiz yüzlü, henüz toy bir polis olduğu her halinden anlaşılan bir genç girdi. İşte, ölümün habercisi.

"Hanımefendinin ailesi geldi. Yan odada bekliyorlar."

Melda Hanım kafasını eğdi. Hiçbir şey söylemedi, söyleyemedi. Sözler anlamını yitirmişti.

Meryem ayağa kalktı. Sakin adımlarla kapıya yöneldi. Kapı eşiğine gelince durdu. Ardına baktı. Melda Hanım'a, "Hakkınızı helal edin." dedi ve karşılığını beklemeden yan odaya adımladı. Arkasında, o odada gençliğini, sevgisini, hayallerini, hayatını bıraktı. 

Meryem'i ailesine verdiler. Prosedür gereği neyse yapıldı. Adalet teslim etmişti genç kızı ailesine. Kucağında bebeği, yanında kocası, önde yürüyen babasıyla koca bir kamyona binip gözden kayboldu küçük Meryem.



15 Nisan 19


"Tüm birimlerin dikkatine! Kent ormanının çıkışında bir kadın cesedi bulunmuştur. Maktulün kimliği tespit edilmiş olup ismi Meryem Çolak'tır. Tekrar ediyorum. Tüm birimlerin dikkatine... Kent ormanının çık..."


İdam gerçekleşmişti.