Meşgulüz, ölümüne bir halde. Öyle çok meşgulüz ki her şeyi, herkesi bir kenara atalım, kendimize dahi geçiz. Elimizde işler var, önümüzde yapılacaklar, gidilecekler ve nicesi; tam bunlar olurken akan giden bir yaşam, zamanın görecesi hep böyle peyda oluyor. Bitmez bugün, diyor insan, bitmesin, diye ekliyor. Göz açıp kapanıncaya değin gün bitmiş, her şey sonu irdeler haldeymiş. Sonra bitsin diyor gün, kaldıramam daha fazla. Kaldırıyor, gün de bitmiyor. Zaman bizimle inatlaşıyor. Biz de kendimizle, hayatın acı cilvesi...
"İnsan fevkalade başarılıdır kendi önünde engel olmaya," demişti bir yazar. Kutlanamayacak bir başarı, boğazda yumruk oluşturacak, hayata afili handikap olacak. Zaman ve meşguliyet; nereden buldular birbirilerini aklımın içinde bilmem, madem buluştular, ki öyle çok meşguldüm ki düşünmüyordum epeydir. Yaşıyordum, gerektiği gibi. Hep bir gerektiği gibi olur bir şeyler.
Zamanımızı meşgulsüzlüğe mi ayırsak, ağır aksak giderken kaldırımlarda başımız boş ve düşünmeden nereye uğrayıp kime ne diyeceğimize mi? Salt akışının idrakında, bilmem, bana bir umutlar geldi. Yeni bir esinti yine, ezber bozan noktalar, ah bir de olmasalar... Ben alabildiğine boş ve hep dolu kendime, bilincinde üstelik ve bir hayli gidici, ezberlenmiş yollardan seferlerce...