“İleride düşman!”

Diye haykırdı komutan,

“Er kişinin savaşı budur

Göğüs göğüse ve de mertçe

Ne bir eksik

Ne de fazla

Borcumuzdur son nefes

Önce Allah’a

Sonra Vatana!”


Sonra döndü sırtını tabura 

            -İleride düşman-

Haykırdı:

“İşte adına şehadet denen

Ölüm bir türküdür artık

Söylemek yakışır bizlere!”


Atlarken siperin ötesine

Sanki uzadı göğe ve hiç inmedi

Sancak elinde

Mavzer böğründe,

İnce bir silüetti artık.


Sislerin arasında

Haşmetli yer inledi

Canı yandı göğün,

Tanrı’nın tüm melekleri

Ağıt yakmış

Çığrışır gibiydi sanki

Ve çınladı kulakları askerin.


Kör Ziya’ydı adı

Evveli çatışmada kaybetmişti

Sağ gözünü ve biraz da aklını,

düşündü:

Bu nice yoldur,

karanlık ama aktır

Sessizdir ama haykırır 

Sıcaktır ama üşütür

Yumuşaktır ama acıtır

Ve 

korkutur ama çağırır yanına

gayrısı gereksiz bana!


Aştı siperi Kör Ziya 

düşünmeksizin gerisini!


“İleride düşman”

diye içinden geçirdi Yanık Osman,

Çokça özlerdi kadınını

Yanık türküler söyleyip

Sayıklardı adını.


Bakarken ardından Kör Ziya’nın,

Deyiverdi kendince:

Ölüm yakın işte bu kadar 

Ne zamandır yaramadı korkmak ondan

İşte kapını çalar

Ya yar olursun onunla ya da düşman!

Son kez gördü hayalinde

Güzelliğini kadınının,

Kokusunu içine çekti,

Dokundu tenine,

Sarıldı sıkıca 

Haykırdı,

Ya Allah!

Ve aştı siperi korkusuzca.


            -İleride düşman


Kaygılanan Toy Adnan

Şaşıyordu kendine bile

Sanki sıradandı ölüme gitmek

Ve gereksizdi gayrısını düşünmek

Halbuki hayatta korktuğu tek şeydi ölmek

Yarabbi derdi hep

Beni koy cennetine 

Yarabbi beni...

Durdu biraz

Gök kızıldı ve çağırışı kumandanın

Çınlıyordu kör mevzide,


“İleride düşman!”


Ölüm sen ne garipsin

Şehadet şerbeti içirip

Faniyi mest eder de

Sonrasını es geçersin!


Toy Adnan da böyle mest oldu

Ve atlayıp siperden yola koyuldu...


İnce ruhluydu Kız Fikret,

En çok şiir yazardı okulun panosuna

Ezberi iyiydi

Oyunculuğu da

Annesinin küçükken giydirdiği etekler

Halen dolabında saklı

Her bir adımını atarken

Bakardı manalı manalı

Ve fakat gün geldi

Kafası karıştı

Aşıktı düpedüz hemcinsi gibi gördüğü Nükhet’e

Söğüt ağacının altında,

dün gibi,

Kız, memesini öptürmüştü Fikret’e 

Silinirken çehresi yüzlerin

Kız Fikret bakir oğlandı çamurlu siperde

Şimdi ölüm göz kırpıyor

Çağırıyordu gerdeğe,


“Ulan” dedi kaderine

“Yüzüme gülüp sırtlan gibi

Ardımda kalırsın

Son sözü ben söylerim!

Öyleyse demeli ki

Kaderi boş vermeli

Şehadet şerbetini içip

Ölümle gerdeğe girmeli!”


            -İleride düşman


Ve aştı siperleri Kız Fikret

gözünü hiç kırpmadan...


Geldi zamanı diye düşündü

Tikli Hasan,

Bir ben bir de ölüm kalsa evrende

Yine bulaşmazdı bana

Ne var ki

Ağırdır yüküm taşıyamam,

Gitmez gözümün önünden ettiklerim,

Asıldığım tetiğe alıştım biraz sanki

Ve fakat 

Süngüyle deştiğim fani

İşte odur kabusum,

Kulaklarımdan gitmez iniltisi,

Kokusu ölümün

Ve bakışları...

Sebebi odur ki acıtırcasına 

kırpıp dururum gözlerimi, 

körlüğedir özlemi 

Kim bilir belki 

Şu az buçuk aklımdan sıyrılır da

Temizlenir vicdanım

Ruhumun sarayında.


               -İleride düşman-


Çığlıkları kumandanın çağırır

Yankılanır silah seslerinin arasında

Hanidir huzur ister aklım

Onun da çaresi şehadettir 

Sifonu çekip göndermeli tüm günahlarımı

Gayya kuyusuna


İşte böyleydi Tikli Hasan’ın halleri

Aşarken çamurlu siperi

artık gözlerini kırpmaz olmuştu

Ölmeye hazırdı bedeni


                  -İleride düşman-


Korkudan olduğu yerde topak olmuş

Kımıldayamayan askerin adı

Savaş’tı...

Sene bilmem kaçta doğduğunda

Babası askerdi çok savaş görmüş

Demişti, “adını koymalı ki

Uzak dursun bizden

Yaşam güzeldir

Biraz gam yanına neşedir mezesi

Gönülden sevmeli

Yoksa yükü ağırdır

Kaybetmeli, unutmalı semeri.”


Savaş,

İlk kanı aktığında yaşı altı veya yediydi

Bir tahta oyuncaktı müsebbibi

Senin mi benim mi derken

Taşı yemişti kafasına 

Sonrası insana dairdi

Bezeliydi 

benlik, gurur ve kibirle

Boyalıydı

Korku ve kuşkuyla

En nihayetinde

Sanat eseriydi artık

Bitmek bilmeyen nefretle


Çok canı yandı Savaş’ın

Ama bir o kadar da can yaktı

Şimdi meydanında adının

Ve çığlıkları yırtarken göğü cehennem topunun

Düşündü,


“Be sefil fahişe hayat,

Madem belliydi kader getirip koyacaktı beni buraya

Çamurlu bir siperdir 

hazır mezarım

Ne diye oyaladın bunca zaman

Ve ne diye soyunmadı karşımda Nalan

Ve ne diye çocuğum olmadı ondan -gözleri ela-

Ve ne diye babam öldüğünde meteliksizdi, yüreği ağırırdı

ki ben bile duyardım

Ve ne diye anam erken göçtü

Sarıldım eski elbiselerine her özlediğimde

Çektim içime kokusunu

Ve fakat

Razı geldim,

naftalindi soluduğum

Ve ne diye cılızdır çığlığı insanlığın

Anlamaz, korkar da bu dünyadan

Bilmediği halde sebebini varlığının


Ve ne diye var işte

İleride düşman,

Sebebi nedir adımın!”


Top toparlak Savaş

Toparlandı yavaşça

Çığlıkları kumandanın

Teslim yolunu açtı

Madem yoktu hakikatin ikizi ya da farklısı

O vakit belki dedi kendince

Tüm soruların tek bir doğru cevabı vardı

O da siperlerin ötesindeydi;

Çok gürültülü

Ama daha anlamlı…


Meydan savaşı bu

Barut ve kan kokusu sarmışken etrafı

küf kokulu toprak her yerde,


“Ey düşman!”


diye haykırdı komutan verirken son nefesini,


“Düş

Peşine

Düş

Gölgenin üstüne.

Göğün hikmeti nedir bu denklemde?


Bırakmalı bu işleri,

Ne yerde ne gökte

Ne de ileride.

Düşman senin içinde

sende, bende,


Düş peşine,

Düş peşine!”



Garibin öyküsü

Yetmez anlatmaya

Yetim ve öksüzlerin türküsü

Yetmez ifadeye

Yaradanın düzeni

Yetmez anlamaya

Sevgisi insanlığın

Toplasan bilmem kaç yüz bin yıl

Yetmez kucaklamaya


Ne ki

nefreti insanlığın

öyle çok değil

tek kertesi

Yeter külliyata


öyleyse

düş peşine,

düş peşine…