Balkona çıkıp hayatı sorgulamaya başladıysanız gerçekten bir şeylerin değişmesinin vakti gelmiştir artık. Her zaman baktığınız manzara artık size çekici gelmiyorsa değişmesi gerekiyordur bu düzenin. Uyuyoruz, uyanıyoruz her gün aynı. Değişmekten bu kadar bahsediyorken neden hala aynı kalmaya devam ediyoruz? Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz her şey aynı. Oturduğumuz yer, yattığımız yatak hatta uyuduğumuz saat aynı. Bir yere giderken geçtiğimiz yollar, çoğu zaman o yollardan geçerken düşündüklerimiz bile aynı. “Kendi bildiğimden şaşmam." lafını söylemeyi ne zaman bırakacağız? Birbirimize sürekli aynı olmaktan dem vurup yine de kim ne yaparsa aynısını yapmaktan ne zaman vazgeçeceğiz? Hiçbir zaman. Çünkü aslında kimse değişmek istemiyor. Ben böyle kalayım karşımdaki bana göre değişsin istiyoruz. Hem farklılık zenginliktir deyip hem de ilk farklılıkta dışlıyoruz, değişime kapıyı gösteriyoruz. Farklı konuşan, yiyen, içen görünce “Eski köye yeni adet," diyoruz. Köyü yeniye uyduracağımız yerde yeniyi, köyü değiştirmekle suçluyoruz. Gelişmek diyoruz, çağ atlamak, güce güç katmak, birlik olmak ama biri yeniliğe kapıyı aralasa bile hemen koca bir yumruk olup kapatıyoruz kapıları tüm gücümüzle. Keşke her balkona çıktığımızda hayatı sorgularken biraz da bunları düşünsek. Birlik olmanın herkesle aynı olmak olmadığını, farklılıklarla güzel olduğumuzu ve bizi biz yapanın bu zenginlikler olduğunu fark etsek. Birinin başına bir şey geldiğinde onu bir kalıba sokmadan, onu yargılamadan veya nitelendirmeden el uzatabilsek. Herkesin tıpkı bizim olduğu gibi bir özel hayatı olduğunu bilsek ve izin verilmediği sürece karışmasak ne güzel olur değil mi? Birilerine görünüşü, gelir durumu, statüsü veya gücüne göre muamele yapmadan sadece insan olduğunu bilerek el uzatsak güzel olmaz mı? Biz kınayarak birilerini işaret edeceğimize birlik olsak da bizi görenler imrenerek bizi işaret etse mutlu olunmaz mı? Biraz düşünelim o zaman, iğneyi önce kendimize batıralım. Taşı ilk kendimize atalım. İlk biz uyanalım gaflet dediğimiz uykudan. Sevgilerle.