Hatırlasana, babam armut ağaçlarına bakmaya dağın tepelerine çıkardı, babannem dışarda zararlı otları yolardı. Hani biz seninle Ege'nin karnını doyururduk, ağlarsa güldürürdük. Uyku saati gelirdi sonra, ben hep onun iki kaşının ortasını okşardım, saçlarıyla oynardım. Senle beraber beşiğini sallar uyuturduk ya hani. Sonra o uyuyunca ben sırtımı duvara yaslar, bir elimi Ege’nin bacaklarına koyar, bu sefer seni dizime yatırırdım. Alnını, saçlarını okşayarak uyuturdum. Hatırladın mı? Peki sorsana, siz uyuyunca ben ne yapıyordum? Desene "Seni kim uyutuyordu?" diye.
Saatlerdir bunu düşünüyorum. Sahiden kim uyuturdu beni? Ben hep sizi sustururdum, ağlarken de hıçkırığım dudaklarımda birikince beni kim avuturdu? Belki de siz öğrettiniz bana öyle zapt etmeyi kendimi. Ne bileyim, uyurdunuz siz, ben yüzünüze bakar dururdum. Ege deli yatar bebeklikten beri, kundakta durmaz, kırk yastık koyarsın her yanına, yine de düşecek yüksek bir yer bulur, ağlayarak uyanır. Sen desem aynı halt, üstelik astımın da var. Annen şehre inmiş babanla, gelmek bilmez; olur da gözümü kaparsam sanarım ki boğulacaksın uykunda.
Gerçekten senin astım krizine denk gelmekten yahut Ege’nin kafasını beşiğe çarpmasından mı korkuyordum ben? Belki de kabus görürüm diye korktuğumdan uyumuyordum, hatırlamıyorum.
Keşke sen burada olsaydın. Keşke yine "Ölsen, bizim ayağımız takıldı diye mezardan kalkıp geleceksin herhalde." diye şakayla karışık azarlasaydın beni. Benim ayağım çok takıldı sen yokken, keşke sen de benim ayağım takılınca o mezardan kalksaydın.