Hissiyat, kalpte biten ağaçları istediği tarafa eğen rüzgâr. Bunu benimsedim. Fakat sorular, ormana ilişen yangın filizleri. Meydan değiştirip duruyor savaş. Bir kalbe bir zihne atıyor kendini.
Aklım sürekli aynı meseleyle meşgul. Fırtınası dinmeyen denizde denge arayan bir kayık gibi batıp çıkmadayım. Hinlik peşindeki yanımın yaktığı deniz feneri: alabora olsam uyanır mıyım?
Her konuyu kendi başlığı altında onlarca dala ayırıyor, meşruluğu önceden hazırlanmış bir gelecek haritası inşa etmeye çalışıyorum. İhtimal dahilinde saydığım ızdırap verecek herhangi bir şey gerçekleşse dahi anlayışla karşılayabilirim. Aklıma gelen başıma gelmiyor oysa. Neyin idmanını yapıyorum bu kadar?
Sonsuzluk, dibine varamadığım her kuyunun içinde yankılanıyor. “Bu da geçer”in geniş kollarına sığınarak sıhhatimi koruyamıyorum. Tekrar eden bir aldanış hali diyorum ona artık. Özenle kurulan her bahçeyi tarumar eden, geçip gitti denilerek baştan savılacak şey değil. Teselliyle kandırılıp avlanan, bu tecrübesini iliklerine işliyor çünkü. Vahiy bekleme hadsizliğinde bulunduğumu da sanmıyorum. Fakat, Cebrail’in bir parça cehennem getirdiği aşikâr. Agâh ol, cennet yolun ucundadır diyebilirdim. Ancak, cennete değil cehennemsizliğe inanıyorum artık. Uçurumla uzlaşamama sebebim bu. Gizli gizli Hızır çağırmıyorum. Ve olup bitene verebileceğim anlam da kalmadı. Tesadüfün köşe başlarında denk geldiğim güzel dilencilerle tükettim hepsini. Cömertlik değil, savurganlık. İçimde bir terazi olduğunu sanıyordum. Bir kefesinin dibi delikmiş: fıtrat. Galiba bu ticaretin cahili olarak öleceğim.
Ara sıra gelip giden iyi niyetli misafirler olmasa, bir an dahi ümidi kessem, dükkânımdaki bütün darıyı ateşe vereceğim. Fırsat; ele geçmeyen kuş. Kurtuluş, belki de ümidin ölümünü izlemekte gizli. Varılacak yer tepenin ardında sanıyordum, oysa hüsnü niyetten ibaretmiş. Bahsi kazanan hüsrana bıraktım ayaklarımı. Beyhudeliğin mahkumuyum. Odaların birinde onarıp diğerinde kırdığım taşlar aynı. Kimseyi bir inşa beklemiyor. Gençlik ne yanlış zaman. Böyle söylüyorum kendime. Ekilen bütün tohumlar sonbaharda yemiş verme gayretinde çünkü.
“Umudu güze bıraktın, bu hazan senin” diyor türkü...
Nişangâhı geçse de ok, bihaber. Hedefe varamadığını anlaması için yere düşmeyi bekliyor.
Söküldüğü yere dikilen şafağın ayırt edici bir ehemmiyeti var mı?
Muhammet Durmuş
2021-01-30T03:07:53+03:00Güzel yorumlarınız için teşekkürler.
Reyhan Polat
2021-01-28T09:36:51+03:00Çok güçlü, duraklatıcı bir yazı olmuş. Anlatımınız da ayrı güzeldi. Kaleminize sağlık.