Yıllar geçse de Tolstoy'un söylediği meşhur söz hala güncelliğini koruyor, "Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir." İşte Midnight Cowboy'u bu kadar başarılı kılan da tam olarak bu sanırım. Kasabasından ayrılıp, New York'a "Amerikan Rüyası'nı" gerçekleştirmek için giden Joe bize bu mitosun geçerliliğini halâ koruduğunun ispatıdır adeta.


60'lı yılların Amerikası, medya iletişim araçlarının yaygınlaştığı, serbest piyasa ekonomisinin getirdiği tüketim çılgınlığı, her şeyin uçsuz bucaksız ve sınırsız olduğu, bunun yanı sıra bu sermayenin oluşturduğu meta toplumunun sintinesi olan azınlık, dezavantajlı ve yoksul grupların iç içe geçtiği oksimoron bir distopya panoraması niteliğindedir. Vietnam Savaşı'nın getirdiği yıkım, toplumsal cinsiyet normları, filizlenen punk kültürü ve niceleri Amerika'da kaotik ve katmanlı sosyokültürel yapı oluşmasına neden olmuştur. 


Midnight Cowboy, meşhur Amerikan sloganı olan "Amerikada yaşayan herkesin eşit ve özgür olduğu mitini dekonstrüksyona uğratır. Çünkü filmdeki New York betimlemesi, ışıkların sürekli yandığı, renkli bilboardların ve yüksek gökdelenlerin arasında sıkışıp kalan sefil, yoksul, yalnız insanların varolma mücadelesini izleyiciye yansıtmaktadır. Lacanyen deyimle belirtecek olursak film, öznenin öznesini, görünenin ardındaki gerçeği bize sunar. 


New York'a jigololuk yapmaya gelen kovboy kostümlü Joe, kendisini bir aygır olarak nitelendirerek, adeta western kültürünün eril sembolünü oluşturur. Fakat bu kovboy, western giyimli görünümünün ardında alık ve pasif bir karakterdir. Western kültürünün yarattığı güçlü, maço ve sert erkek profilinin jigololuk yapması filmi bir klasik "Amerikan Rüyası" filmi olmanın ötesinde, eril hegemonyanın yıkımına da işaret etmektedir. Kendini kovboy görünümü altında metalaştıran Joe, New York'un kadınlarını takibine alır ve hayalini gerçekleştirmek ister fakat bunda başarısız olur. 


Joe'nun Texas'ı terk edişinin altında yatan kaçış aslında onun yaşadığı nevrotik patolojilerinden kurtulmanın bir yolculuğudur. Fakat kaçı rampası olarak gördüğü New York'a geldiğin de dahi geçmişi onun peşini bırakmaz, filmdeki flashbacklerde bunun en bariz örneğidir. Bu flashbacklerde kız arkadaşının tecavüze uğraması ve bunun sonucunda delirdiğini öğreniriz. İlerleyen sahnelerde benzeri bir tecavüzün Joe'nun başına da geldiğini görürüz. Midnight Cowboy, fahişelik yapan, ailesinin sırtını döndüğü, terk ettiği, çevresi tarafından hor görülen, dost hayatı yaşayarak sefil bir hayat süren büyükannesini tarafından iğdiş edilmiş bir gencin hakikat arayışı peşine düşmesidir. Midnight Cowboy ismi zaten ironik bir anlam taşımaktadır. New York'ta gece yarısı kovboyları fahişelerdir. Babannesinin ona bırakmış olduğu tek miras olan bu fahişelik, Joe'nun mutlak monadı haline gelir ve yaşam mottosu olur. 


Yolculuk esnasında radyoda dinlediği ideal erkek görünümüne sahip olduğunu düşünen Joe için bu başarısız girişimleri onu dibe sürükler. Her şeye rağmen kısa yoldan zengin olma düşüncesini sürdüren Joe, Ratso ile tanışır. Ratso, New York' un görmezden geldiği, topal, fakir, güdük bir hırsızdır. Varoluşu toplum tarafından fark edilmeyen Ratso, Joe'nun zaafından faydalanarak onu dolandırır ve bu dostluklarının ilk adımı olur. Bu ikilinin oluşturduğu ilişki aslında bir nevi ötekilerin ilişkisidir, tezahürüdür. Psikoterapist Adam Phillips'in "çift üç kişiden oluşur" sözü Joe ve Ratso'nun ilişkisi için biçilmiş kaftandır. Phillips'in burada bahsettiği üçüncü kişi aslında toplumdur. Çünkü postmodern toplumda eylemlerimiz başkaları tarafından algılandığı müddetçe var oluruz. Toplumun bir parçası olmak için onun tarafından alımlanmamız gerekmektedir. George Berkeley'in deyimiyle "varolmak algılanmaktır." Topluma kendimizi ispat ettiğimiz kadar varızdır. Günlük yaşamımızdaki gördüklerimiz algıladıklarımızdan ibarettir fakat göremediklerimiz yani var olamayanlar, ötekiler, var olamamanın silikliğine mahkum kalır. Joe ve Ratso da var olmak, toplum tarafından görünür kılınmak için debelenir film boyunca. Buna filmden en güzel örnek Ratso ve Joe'nun yolda yürürken araba tarafından fark edilmemesi ve ezilme tehlikesiyle karşılaşması olur. Ratso sinirlenerek: Hey! I’m walking here! I’m walking here!” (“Hey! Burada yürüyorum! Burada yürüyorum!”)


New York'un ayazı kapıya dayanır ve Joe ile Ratso bu açlık ve soğuk ile mücadele etmeye başlar. Bu olumsuz koşullara ek olarak Ratso'nun hastalığı hepten ilerlemeye başlamış ve Joe artık düşsel uykusundan uyanarak Ratso için kendini seferber etmeye başlar. Joe, Ratso'nun Florida hayalini gerçekleştirmek için kazandığı parayla harekete geçer. Nuri Bilge Ceylan'ın deyimiyle: ''Hayatımızdan memnun değilsek nerede olursak olalım, başka yerde olabileceğimiz avuntusu bize iyi gelir.'' Bu iki dostun analojisi de tam olarak budur aslında. İkisi de mutluluğun formülünü bir kaçış aracı olan yeni şehirlere atfetmiştir. Yolculuk esnasında Joe Amerikan rüyasından uyanır, görkemli kostümü olan kovboy kostümünü çıkarır ve kare desenli gömleği giyer. Joe hem ruhsal hem de fiziki bir katarsis yaşar. Florida'ya yaklaştıkları sırada Ratso yanı başındaki koltukta sessiz sedasız ölür. Ölümü üzerine otobüs şoförü olay yerine gelir ve ''Endişeye gerek yok. Hastamız var. Birkaç dakikaya Miami'ye varacağız.'' diyerek Ratso'yu son yolculuğunda dahi yok sayar. Şoförün bu tutumu aslında tamamıyla bir Amerikan alegorisidir, burada her şey hareket halindedir ve bu devinim mekaniği asla durmamalıdır. Buna ölüm de dahildir