Ceyda’yla aynı sınıftayız. Güzel arkadaşlığımız var. Üniversite sınavı yaklaştıkça daha samimi oluyoruz. Yardımlaşıyoruz biraz. Ben ona tarih dersinde yardımcı oluyorum, o bana matematik. İnkılap tarihi hakkında hiçbir şey bilmiyor. Soruyorum ona:

“Genelgeleri say bakalım.”

“Bilmiyorum.” diyor. Güzel kızların tarih konusunda neden hiçbir bilgisi olmadığını düşünüyorum Ceyda’ya bakarak. Çok güzel kız. Sarı saçlı, yeşil gözlü. Kısa boylu ama mankenlere taş çıkartır. Karga burunlu ama bunun bir önemi yok. Gel zaman git zaman artık ders çalışmaktan bıkıyoruz. Masaya oturduğumuzda dertlerimizi anlatıyoruz birbirimize. Bana sevdiği çocuktan bahsediyor, içim yanıyor, bir de tutturmuş, bütün erkekler aynı diyor. Peh! Sanki bütün kadınlar aynı değilmiş gibi. Ama bunun da bir önemi yok. Sevdiği çocuk bunu sevmiyormuş. Ne güzel!

“Beni sevmesi için ne yapmam lazım?” diyor. Bana ne ulan, ne yaparsan yap, ben mi çıkacağım çocukla? Ben seni istiyorum kızım, anlatma bana sevdiğini falan, diyesim geliyor. Tutuyorum kendimi. Ayıp olur, laf çıkar, arkadaşına yan gözle bakmış derler, diyorum kendime. Bu yozlaşmış nesilde bu olaylar çok görülür diyorum sonra, olsun Avni, sen farklısın diyorum. Kendi kendime konuşuyorum bayağı. O sırada Ceyda anlatıyor. Ne anlatıyor bilmiyorum. Dinlemediğimi fark edince küsüyor. Sonra karı koca oyunu oynuyoruz. Ben hata yapmış koca oluyorum, o masum karı, gönlünü almaya çalışıyorum. Oyun hoşuma gidiyor ama kısa sürüyor. Çünkü Ceyda bilmiyor oynamayı.

“Uzatsak ya bu oyunu?” diyorum.

“Saçmalama, yeter.” diyor. Üzülüyorum. Elini tutup gezmek niyetindeyim ama izin vermiyor. Belinden sarmak istiyorum ama tokat atar diye korkuyorum.

Aylar sonra üniversiteyi kazanıyor Ceyda. İstanbul’dan uzakta, Denizli’de. Ben kazanamıyorum, ne de olsa sınavda sadece tarih sormuyorlardı. Bir sene daha ders çalışamayacağımın farkına varıyorum. İş arıyorum kendime. Üniversiteyi kazanamamanın vermiş olduğu korkunçlukla yüzleşmek kolay, yüzleşiyorum, sıkıysa ailenle yüzleş, yüzleşemiyorum. Aram bozuluyor ailemle. Neden? Boktan bir diploma alamayacağım diye. Üzülüyorum kendi halime. Her şeyimi kaybetmiş gibi oluyorum. Ceyda yok, aile desen almış başını gitmiş, yapayalnız kalıyorum.

Günler geçiyor. Ceyda Denizli’de. Arada bir konuşuyoruz telefonla. Aramızda mesafe var ama bana engel değil hiçbir şey. Seviyorum onu. Ama günün birinde yine bana başka bir erkekten bahsediyor. Yeter be kızım, yeter, görmüyor musun beni diye bağırmak istiyorum telefonda. Zor tutuyorum kendimi. Biz konuşurken çocuk onu arıyor. Allah kahretsin! Yüzüme kapatıyor telefonu. Çıldıracağım! Telefonun başında beni tekrar aramasını bekliyorum. Saatlerce... Çalmıyor telefon. Küsüyorum. Fakat ertesi gün yine ben arıyorum onu. Anlatıyorum durumu, üzüldüğümü söylüyorum. Sanki olanın farkında değilmiş gibi yapıp özür diliyor, hemen affediyorum. Ne yapayım, dayanamıyorum.

Bir gece bütün gücümü toplayıp ona sevdiğimi söylemek için arıyorum onu. Telefonu açtığında ben de seni arayacaktım diyor. Allah Allah diyorum, bu beni aramazdı, ne oldu? Sevgilisine çok aşıkmış, öyle diyor. O bana anlattığı çocukla sevgili olduklarını anlıyorum. “Eee?” diyorum.

“Seninle arkadaşlık yapmamı istemiyor.” Kalakalıyorum. Söyleyeceğim laflar boğazımda kalıyor. Ağlayacak gibi oluyorum. “Hoşça kal.” deyip kapatıyor telefonu. Ağlıyorum. Sulu göz! Ne salak adamsın lan, en başında söyleseydin böyle olmazdı diyorum kendime. Sevgim bir anda nefrete dönüşüyor. Adını bile duymak istemiyorum. Bir şarkı açıyorum, hafiften tıngırdıyor: Mihrabım diyerek sana yüz vurdum…