aynı yerde duruyorduk
aynı kaldırımda aynı gecede
yalın ayak ve bir ömür kadar kısa yolda
uzun uzun yürüyorduk
benim aklıma seni öpmek gelmişti
senin aklına beni gömmek
.
bir ağızdan soluduk malum ateşin dumanını
kesiliyordu tanrının elinde fotoğrafımız
güne bakıyordun ısrarla
gün sana bakıyordu
insan dedim içimden
böyle bir anda bu denli yalnız olmalı mı?
.
hava serindi,
sesin göğsünde taşıdığın çığlığın gölgesinden geliyordu sanki
yüzüme ağaçların selası yağıyordu
caddeden ışıltılı gürültüler
vaktin seferinden çan sesleri geliyordu
bilseydim son kez duyacağımı sesini
ne seni dinlerdim
ne caddeleri
.
uzunca bir şiiri kılıçtan geçirmek gibi
dilimde kıvranıp duran şu ukteleri
bıraktım öylece.
insan ahmaklığından başka neyin sahibidir ki?
.
şiirleri,
şairleri,
alnımın kemiğimi delip geçen kurşunları
içimde avladığım kuşları
salıverdim şimdi.
zaten bu zindanın duvarları
saydam değil mi?
.
baş ucumda bir serçe
kanadının biri kopuk, senin elinde
gözlerinin bebeğininde yaşla
ihtiyar ceketimin yırtık cebinde
öldü.
son gününde uçup seni gördü.
vedaya değmeyen bu ateş
kum değil, fırtına değil
bin ordunun silahı değil
bir serçe nefesiyle
söndü
.
balyoz gibi indi göğsüme bu hasret
bu saklı son
parçalandı ruhumu sattığım şeytan
halbuki ne şen şakraktı
ne güzel uyuyordu ruhumun rıhtımında
ama en çok seni değil
koynuna kıvrılmış Milena'yı özleyeceğim.
tüm ölü serçeler hatrına...