“Her insanın kurtuluş bileti kendisi olabilirmiş ancak. Masallarda anlatılan kurtarıcılar falan hepsi hikayeymiş.” diye düşünürken yanına bir yabancı yaklaştı. Yüzüne dönüp baksaydı belki bir betimleme yapabilirdi. Fakat ne suretinin ne varlığının bir önemi yoktu. Yabancıydı işte. Sonra bir an duraksadı, içinden geçen her şeyi bir çırpıda bu yabancıya anlatmak istedi. Adı üstünde yabancıydı o. Bir ismi bile yoktu, şuna bakın ne komik. “Yabancı.” Böylece onu yargılamazdı da... Hem bir daha nerede görecekti onu. Zihninde tüm bunları toparladıktan sonra sağına döndü. Fakat o bunları düşünene kadar yabancı çoktan kalkıp gitmişti. İçinden tekrarladı: “Her insanın kurtuluş bileti kendisi olabilirmiş ancak. Masallarda anlatılan kurtarıcılar falan hepsi hikayeymiş.” Uzayan yola ve kaçırdığı otobüse bakarak derin bir iç çekti. Aklına okuduğu kitaptaki o satırlar geldi: “Ne kadar mustarip olursanız olun, güneş bu ıstırabın arasında er geç bir çatlak buluyor, oradan altın bir ejder gibi kayıyor. Sizi iç mahzeninizden çıkarıyor, bir yığın imkanı bir masal gibi anlatıyor.” Sanki, “Bana inan, ben her mucizenin kaynağıyım, her şey elimden gelir; toprağı altın yaparım. Ölüleri saçlarından tutup silker, uykularından uyandırırım. Düşünceleri bal gibi eritir, kendi cevherime benzetirim. Ben hayatın efendisiyim. Bulunduğum yerde yeis ve hüzün olmaz. Ben, şarabın neşesi ve balın tadıyım,” diyordu Ahmet Hamdi. Acaba onun kendi güneşini bulması ne kadar sürecekti?


Bu düşüncelerin tamamından sıyrılıp kalkıp durağa doğru yürümeye başladı. Otobüs de gitmişti zaten, yürümek iyi gelecekti. Yürümek her zaman iyi gelirdi. Kulaklıklarını takıp dakikalarca sürecek bir yürüyüşe başladı. Yürürken düşünecek o kadar çok şeyi oluyordu ki. Yanından geçen her insanın hikayesini düşünüyordu mesela. Hepsinin bir ailesi, belki bir sevdiği, belki onulmaz acıları vardı. Belki de dünyanın en kötü insanı ile dip dibeydi az önce. Kim bilebilirdi ki kimin aklından neler geçtiğini? Dünya bu kadar karmaşık olmak zorunda mıydı sanki? Belki yanına oturan yabancı da kötü bir insandı, o yüzden kalkıp gitmişti belki de. Hayır, yanında oturan yabancı iyi bir insandı. İyi olmasa ona bir çırpıda içini dökmek istemezdi. Evet evet, yabancı iyi bir insandı. İyi insanlar kibar olur oysaki, yabancı kaba davranmıştı. Tek kelime bile etmeden kalkıp gitmişti. Yetişmesi gereken bir yeri olmalıydı mutlaka. Belki işe, belki bir arkadaşına, belki evine, belki de zihninde kol gezen düşüncelerine yetişmesi gerekiyordu. Keşke bir selam verseydi, yabancı iyi bir insansa ona yardım etmesinde bir sakınca da yoktu. Fakat her zaman işler umduğu gibi ilerlemiyordu işte. Eve gidene kadar bu düşüncelerle başını ağrıtmıştı. İçeri girip aynaya baktı. Kocaman bir gülümseme yayıldı o an yüzüne. Yabancı oradaydı, tam karşısında. O da ona gülümsüyordu. “Haklıymışım işte.” dedi. “Evine yetişmesi gerekiyormuş.” Unutmadan ekledi: “Her insanın kurtuluş bileti kendisi olabilirmiş ancak. Masallarda anlatılan kurtarıcılar falan hepsi hikayeymiş.”