Miniğim,

Nasıl da merakla açmıştın gözlerini, içine doğduğun evreni araştırmaya başlamıştın o buğulu zeytin gözlerinle. İşte ben tam o an, etkisi bugün hala üzerimde olan ve tarifi kelimelerle mümkün olmayan hislerimle sana bağlandığımı ve ömür boyunca kopamayacağımızı anladım. Nasıl da dinç bir bebektin. Annen tüm tükenmişliğiyle sandalyede üşürken sen, "ben daha yeni başlıyorum, bana da bir yer açın" der gibiydin. İlk kez bir canlının doğumuna şahit olmuyordum  ama ilk kez böylesi şiddetli duygular yaşıyordum. İlk kez birine dokunabilmek, hissedebilmek arzusundaydım. Hemen kucağıma almak, kokunu içime çekmek istiyordum. Ama bir yandan da korkuyordum seni incitmekten. Zaten nazlı bir bebektin. Doktorlar  geç geleceğini söylemişlerdi, tedirgindik, tedirgindim. Ruhumu kemiren o lanet hisler senin ağlaman ve bizim doğumhanenin kapısına koşmamızla son bulmuştu. Artık mutluyduk. Tüm çıplaklığınla karşımızdaydın. Gözlerini kocaman açmış olanları anlamaya çalışıyordun. Zaman geçti tabii ve sen büyüdün. Ha koptu kopacak dediğimiz ellerin ayakların etlenmeye başladı. Kırılacak sandığım bacaklarınla koşar oldun şimdi. Bir zamanlar kaldırımdan inmeye korkup ağlayarak kurtarılmayı beklerken şimdi yerinde durmuyorsun. Hakkın, istediğin kadar koş, eğlen, oyna. Benim tek dileğim hayatın acımasız ve karanlık yüzünü sana göstermemesi, seninle o kirli oyunlarını oynamaması. İyi ki aramızdasın. İyi ki benim miniğim oldun. Ne kadar büyürsen büyü, benim için hala  o hastane koridorundaki minik kız çocuğusun.