Her zamanki köşemde keyif çatıyordum. Hale de pencerenin kenarına oturmuş, bir yandan kahvesini yudumlarken bir yandan da yağan yağmuru seyrediyordu. Derken telefonu çaldı.

“Alo?”

“Merhaba şekerim.  Nasılsın? Ne sıkıcı hava var bugün. İçim şişti. Uygunsan geleyim de iki lafın belini kıralım diyorum. Miniş’i de getireceğim. Senin suratsız rahat verirse tabii.”

“Merhaba Suna. Tabii gel arkadaşım. Benim için de iyi olur.”

Yalvaran gözlerle baktım ama Hale beni görmüyordu ki. Rahatım kaçmıştı. O kibar Miniş kokoşunun kuyruğunu sallaya sallaya yürüyüşü geçti gözlerimin önünden. Tırnaklarımı halıya geçirip dişlerimi gıcırdatarak yaptığım hamleyi ve onun korkuyla titreyişini hatırladım.

Gözbebeklerim büyüdü, Hale’ye kızgın bir bakış attıktan sonra çaresiz köşeme döndüm.

Bir süre sonra kapı çaldı. Hale’nin “Hoş geldin canım.” deyişini duyduktan sonra kapıya yöneldim ve duvara sürtünerek, gelenlere kötü kötü baktım. Miniş, Suna’nın kucağındaydı. Boynunda pembe bir kurdele, sırtında ise pembe-beyaz peluş yelek vardı. O salak ve kokoş hâliyle gözlerini dikmiş Hale’ye bakıyordu. Sonra bana döndü ve Suna’nın kolları arasına sindi. Bu kez ön ayaklarımı uzatıp yere yapıştırdım kendimi ve bakışlarımı Miniş’e dikerek belli belirsiz hırlamaya başladım. Hep birlikte salona yöneldikleri sırada Suna, bana muzip bir bakış fırlatarak, “Selam huysuz adam. Nasılsın bakalım?” dedi. Bir yandan da kikirdiyordu. Cevap vermedim. Kınayan bakışlarım, kucağındaki tüylü sosyetenin üzerindeydi. Sokak köpeğiydim ve annemin, ben küçükken kamyonun altında ezilerek can verdiğine şahit olmuştum. İki gün sonra da yağmurlu bir akşamüstü ıslak ve titrek bir vaziyette Hale’nin kucağında bulmuştum kendimi. O zamandan beridir de bu evdeyim, mutlu sayılırım.

Miniş’i ilk gördüğümde yadırgamış, içimden “Ulan hayat!” deyip hem içlenmiş hem de kızmıştım. O çıtkırıldım hâlleri sinirime dokunuyordu. Suna petshop’tan almış onu. Seçilmiş olmanın şımarıklığı vardı sanki tavırlarında. İyi aile çocuğuydu(!) anlayacağınız.

Suna da süslüydü ama zarif ve cana yakındı. Seviyordum onu. Hale ise gayet sade ve güçlü bir kadındı. Güven verirdi karşısındakine.

Suna’nın, “Bak sana ne getirdik. Miniş, versene kızım Esmer’in hediyesini.” deyişiyle bakışlarım yine kokoşa kaydı. Önüme konulan kutunun içinde bir sürü renkli top vardı. Tüylü kokoş, sahibinin kucağında bana bakıyordu. Bir süre erkekliğe bok sürmedim. Sonra biraz da Hale’nin zorlamasıyla içimdeki çocuk ortaya çıktı ve başladım döne döne toplarla oynamaya.

Bir süre sonra Miniş’le göz göze geldik. İmrenerek beni izliyordu. Tuhaf oldum birden. İçimdeki ses “Hadi, çağır, birlikte oynayın.” diyordu. Belki de hiç arkadaşı yoktu, akşama kadar oturuyordu bir başına. Merhamet damarım kabardı ve “Hav hav.” deyişimle. “hev hev”leyerek Miniş’in yanımda bitmesi bir oldu. Meğer arkadaş olmak istiyormuş garibim.

Hale ile Suna ise rahatlamış gibi arkalarına yaslandılar. Kahkahaları salonu çınlatıyordu.