Ne için bu debelenme?
Karıştırıyorum zihnimin bütün dehlizlerini.
-bulmak için-
ne bulacağımı da bilmiyorum.
Bulmak istediğim şeyi bulmayı umuyorum.
Gözlerindeki pırıltının nedenini,
güldüğünde gözlerinin kenarlarının neden kırıştığını
bilmek istiyorum...
Neden hızlı hızlı konuşup beni gördüğündeki hafif panik halini öğrenmek istiyorum.
Öğrenmek istemekten çok fazla aslında istediğim.
Öğreneceklerim zaten benim olmasını istediklerim olsun.
Başka bir deyişle
''şapkanın içinden çıkan benim tahmin ettiğim iskambil kağıdı olsun'' istiyorum.
Ben bilmekten fazlasını istiyorum; ne büyük mağlubiyettir ki ben seni istiyorum.
Zihnimdeki sanrılarıma uy sende, sen de katıl istiyorum.
O ışıklı dans pistinde sadece benim belimi sar, beni gördüğünde bir çiğ tanesi gibi ışıldayan gözlerine bakalım,
evet, evet bakalım... Sen de bak. Çiğ tanesi gibi parlak, titrek, heyecanlı...
Gözlerine bakalım.
Sonra da gül bana gözlerinin kenarları kırışsın. Ona da bakalım.
Beni isli, paslı basık havadan, yazın renklerine, ilkbaharın içimi açıp havalandıran kokusuna bırak...
Binlerce kilometre öteden gelen bu hastalık olmasa ve Wuhan diye bir kent olmasa ve hatta arttırıyorum, yarasalar olmasa maskelerimiz olmayacaktı ve maskelerimiz olmasaydı belki de hiç fark etmeyecektim gözlerindeki pırıtılyı, güldüğünde gözlerinin kenarlarının nasıl kırıştığını ve gözlerinin nasıl coşkunlaştığını.
Bazen kelebek etkisi hiç de fena olmayabiliyor, ne dersin?
Ellerinin soğukluğu kısmına az değinmek istiyorum.
Çünkü bu beni üzüyor.
Ellerin heyecansız, artık hiç değmemiş olsam da biliyorum. Yüzün daha donuk. Sanki Musa Nil Nehri'ni bölerken biz de bölünmüşüz;
yüzünle benim arama Nil Nehri girmiş, öyle bir mesafe var şimdi aramızda.
Gözlerin hala direniyor tekrar çiğ tanesi olup ışıldamak için ama sanki onlar da büyük bir fırtına bekliyor; kara bir bulutun gözlerinin ışıltısını, yazın renklerini, ilkbaharın içimizi havalandıran kokusunu götüreceğini bile bile bekliyorlar ve bundan memnunlar gibi. Bu gibi durumlarda memnun olmak keşke suç sayılsa...
Ben memnun değilim bu fırtınanın gelişinden ama sen? ya sen?
Öyle bir haldesin ki gelse kara bulut, seni ve sende bana olan her bakışı, gülüşü, coşkunluğu, ilkbaharı, yazı alsa götürse istiyor gibi...
Bunları nereden bildiğimi sorma.
Sana her baktığımda tüm sırların, gizlerin, dehlizlerin dile geliyor.
Baharı, yazı bana tekrar yaşattığın için minnettarım sana, tamam kabul de ettim fırtına götürecek bana ait olan her şeyi senden; belki de çoktan götürdü. İşte tam burada da insanoğlunun onulmaz bir çıkmazına yine takılıyorum:
Sonsuza kadar hep bana bakarken gözlerindeki parıltıyı görme isteği, bana gülümsediğinde kırışan hatlarına bakmak, baharı ve yazı hep seninle görmek isteği oturuyor boğazıma, düğüm oluyor.
Ne yutmak istiyorum ne de çıkarmak o düğümü oradan.
Kilitliyorum onu tam oraya.
Hep yine benimle kalsın istiyorum sen ve senin getirdiğin her şey.
Bu imkansız olsa da.
İnsan hep imkansızı istemez mi zaten?
Olmayanı oldurmak büyüsü hep, zihnimizde büyüyen yasak tohum...