Gözünü yabancı bir evde açtı misafir çocuğu. Bu ev kendi yurdundan birkaç zaman uzaklıkta ve bir düş boyu aşağıdaydı. Ürkek ve şaşkın bakışlarla keşfe çıktı evi. Her şey çok farklı ve herkesin gözleri kapalıydı. Burada işler başka yürüyordu. Hissetmek için dokunmak gerekiyordu, anlatmak için konuşmak.


Kendi evi ışıktandı, çocuk burada karanlığı gördü. Mabedi sevgiydi, burada nefreti gördü. Her odanın kulpu diğerinden yukarıdaydı, açmak için uzaması gerekiyordu ve uzamak için beklemeliydi, çocuk burada sabrı gördü. Koridorlar yürüdükçe uzuyordu. Belki de, dedi, bu yüzden kapamıştır gözlerini diğer huysuz misafir çocukları. Çocuk kızgın ve yorgundu. Ne kadar ilerlese de önünü göremiyordu. “Peki ya, gözü kapalı olmakla karanlıkta olmanın farkı nedir?” diye sordu; hemen karşısında parlayan bir çift göz yanıtladı bu soruyu, “İşte budur misafir çocuğu, ancak açık gözler bilir karanlıkta olduğunu.”


Yürümeye devam etti çocuk. Bazı odalar kocamandı, bazılarına ise sığmıyordu.


Burada renkler sayılı, ömür sınırlıydı. Kolunda kurulu bir saat vardı, ötünce çıkacaktı. Ne yaptıysa yelkovanı ileri saramadı çocuk. Bu evde isimsiz kimse ve hiçbir şey yoktu. Çocuk isimleri ve anlamları öğrendi. Perdeler aldatıcı, aynalar özneldi.

Kimi bu yabancılığa dayanamayıp evden kaçtı, kimi kendi evi gibi kök saldı. Aynı masada biri doyarken birçokları aç kaldı.


Bu ev değişken ve akışkandı. Hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor ve kimse olduğuyla yetinemiyordu. İzledi çocuk, her keşfinde kendine baktı. Görüp beğenmediklerini ayıklayıp olmasını istediklerini yama yaptı. Ayak uydurmak için çabalarken bazen misafir olduğunu unuttu.


Çok olmaya çalışırken hiç olmayı öğrendi. Gökte aradığını yerde buldu. Çok merak etti çocuk, çok bildi. Sonra bilmeyi marifet saydı. Fakat ne zaman ki bildiği yetmedi hissettiğine, çocuk bilgiden vazgeçti.


Vakit dolmak üzereydi. Az sonra onu bu eve kim bıraktıysa almaya gelecekti. Çocuk ne kadar istese de gitmeyi, ayrılığın buruk hissinden kaçamadı.

Bir soru ile gelmişti, şimdi elinde bin bir soru vardı, belli ki bu son gelişi olmayacaktı...