Ağustos, Kaz Dağları'nın eteklerine yeni inmişti. Güneş tepedeydi, pırıl pırıl. Dağdan kıvrıla kıvrıla inen kırmızı araba yorulmuştu. Dinlenecek bir yer arıyordu şoförü. Küçükkuyu vardı dağın eteklerinde. Sakin mi sakin bir ege kasabası. Egenin başladığı yer, denirdi ona. Bir benzinlik göründü çok geçmeden. Kırmızı araba benzini kana kana içerken şoförü yutkundu. Ödeyeceği benzin parasını düşündü, keyfi kaçtı biraz. Uzun sürmedi bu keyifsizlik. Benzinci dağıttı sessizliği:


-Buralardan değilsiniz herhalde ağabey?

-Değiliz, tatile geldik ailecek.

-Bir kere gelen bir daha vazgeçemiyor zaten. Böyle sakin, böyle huzurlu başka bir yer var mı?


Burayı ne kadar sevdiğini, havasını içine çekince nasıl mutlu olduğunu tekrar hatırladı şoför. O sırada küçük kız camdan el salladı benzinciye. Benzinci gülümsedi.

Araba, kalacakları otele yaklaştı yavaş yavaş. Aslında otel de denemezdi ya, neyse! Pansiyon, belki. Valizleri alıp yükünü hafiflettiler arabanın. Yerleştiler odalarına. Akşam çöktüğünde yürüyüş yapmak istedi şoför. Karısı yol yorgunuyum diyerek daldı uykuya. Kızının elinden tuttuğu gibi sahile attı kendini. Zaten yürünecek uzun da bir yolu yok bu Küçükkuyu'nun. ''Fenere doğru yürüyelim bari'' diye geçirdi içinden. Fenere giden yolda sağlı sollu hediyelik eşya satıcıları dizilmişti. Kimi tezgahta takılar, kimi tezgahta deniz kabuğundan yapılmış duvar süsleri... Dövmeci bile açmıştı tezgahını. ''Bu da yeni moda oldu başımıza, hayret doğrusu!''

Bir aşağı bir yukarı birkaç kez yürüdüler. Mısırcı, önünden her geçişlerinde onlara bakıyordu. Şoför işkillendi. Mısırcı dayanamayıp seslendi. '' Ağabey! Ağabey bakar mısın?'' Şoför önce sağına soluna baktı, sonra kendisine seslenildiğini anladı. Yavaş adımlarla gittiler mısırcının yanına. Mısırcı mısır arabasının üstündeki yazıyı göstererek:


-Ağabey, tanımadın mı? Ben Mısırcı Ali. Sen geçen sene de geldiydin buraya. Mısır aldıydın benden. Çocuk daha ufaktı o zaman. Yorulmuştu da benim sandalyeye oturtmuştu yenge.

-Öyle uzaktan tanıyamadım valla Ali, kusuruma bakma.

-Nasılsınız ağabey? Ne var ne yok? Yenge iyi inşallah?

-İyiyiz Ali, iyiyiz hepimiz. Seni sormalı?

-Ben çok kötüyüm ağabey. Çekeyim size iki sandalye de anlatayım. Vaktiniz var mı?


Aslında vakit yoktu. Saat çok geç olmuştu, uyku saati gelmişti çocuğun. Uyku akıyordu gözlerinden. Cevabı beklemeden çekti Ali sandalyeyi:

-Bir sandalye var ağabey, çocuğu kucağına alırsın değil mi?

Başka ne yapacaktı ki? Aldı çocuğu kucağına, başını göğsüne doğru yasladı. Uyuyabilirdi böyle belki.


-Ağabey, sen buraya kaç senedir geliyorsun?

-Bilmiyorum ki Ali, beş altı yıl olmuştur.

-Peki, beni başka yerde mısır satarken gördün mü hiç?

-Görmedim galiba Ali. (Şoför hatırlamıyor ki.)

-Ben geceleri burada, gündüz de aşağıdaki kumlu plajda mısır satıyorum ağabey. Bizim işte herkesin bölgesi bellidir. Giremez kimse kimsenin hakkına. Ama dün ne oldu biliyor musun ağabey? Alçak Hasan'ı gördüm, benim bölgemde yapıyordu satışı. Hasan benim en yakın arkadaşım be ağabey. Söyle bana, yapılacak şey mi bu?

Ali'nin sesi titremişti bunları anlatırken. Utanmasaydı gözleri bile dolardı belki. O sırada gelen müşteri sisli havayı dağıttı. Şoföre düşünme fırsatı verdi. Nasıl teselli edecekti ki şimdi bu mısırcıyı? Kız da iki büklüm uyumuştu zaten, ne diyecekti annesine?

-Biliyor musun Ali? En yakın arkadaş diye bir şey yoktur. Ben sekiz yaşındaydım daha bunu öğrendiğimde. Yakın arkadaşım dediğim insanla dedik ki ''Biz bir şey yapalım, para kazanalım. Herkesin topu son model. Bizimkine vurunca ayağı kırılıyor vuranın.'' Arkadaşım evdeki tartıyı getirdi. Her tartılandan para alarak bayağı bir kazandık akşama kadar. Koşa koşa gittik bakkala. Kıpkırmızı, ateş gibi parlayan bir top aldık. O gece uyku girmedi gözüme. Ertesi gün top oynayacağız, güya. Bizimki gelmedi ama top sahasına. ''Tartı benimdi, top da benim. Kimseyi oynatmayacağım.'' diyerek çat diye suratıma kapattı camı. O gün anladım ben, arkadaşlık falan hep hikaye.

-Aman ağabey. Senin arkadaşın da az kalleş değilmiş. Üzüldüm be! Kırmış senin hevesini. Ha hevesini kırmışsın bir çocuğun ha rızkını! Benim çocuklar evde ekmek bekliyor be ağabey. Söyle bana, yapılır mıydı bu?

-Yapılmazdı Ali. Olsun, üzülme sen. Zaten çocuk dediğin rızkını bulur. Yiyemez o senin çocukların lokmasını.


O sırada uzaktan birinin geldiğini gördüler. Ali hemen ayağa kalkıp öne atıldı:


-Oooo, Hasan! Kardeşim, nasılsın?


Kırmızı arabanın şoförü beyninden vurulmuşa döndü. Kucağında kızıyla ağır ağır oradan uzaklaştı. ''İyi geceler Ali,'' dedi sessizce. ''Hayırlı işler, bol kazançlar.''