Mitolojik unsurların varlığı insanlığın en arkaik ve varlığının tematik özelliklerini içeren bir yapıdır. Bu yapının varlığıyla insan hem bireysel hem de toplumsal olarak kendiliklerini inşa eder. Bu bağlamda her insan topluluğu kendi kimlik oluşumu ve inanç düzleminde olumlamak adına bu unsurlara tutunarak var olma bilincine gelen süreci açıklarlar. İşte bu yüzden mitolojik ögelerin varlığının önemi bu bilince gelme evresinde ortaya çıkar. Çünkü birey ve toplum kendiliğini realitesini açıklamak için geçmişin köklerinden beslenir. Ve bu beslenişin zaviyesinde tüm duygusal ve akılsal örüntülerini yaşamak düzlemine endeskleyerek var olur. Peki mitolojik unsurların varlığı bireye ve topluma bu kadar etki ediyorsa neden günümüze eskisi gibi rağbet görmemektedir? Sebebi aslında insanın akılsal harmoniye şeksiz ve şüphesiz tabiiyetinden kaynaklamaktadır. Peki insan aklının öngöremediği durumlar vaaz ettiğinde durumu nasıl açıklayacaktır? Çünkü insan aklı tanım-mana ve mantık düzleminde kendi koreografisini tamamlamak ve olumlamak için var oluş silsilelerini gerçekleştirmeye çalışmıştır. Ancak insan aklının sınırları var mıdır sorusuyla karşı karşıya geldiğimizde vereceğimiz cevaplar gerçekleştirmeye yakınsak bir açıyla bakmamıza neden olduğu gibi aynı zamanda uzaklaşarak kendi üzerine koyutlanmasına ve belki soyutlanarak kendini kaybetmesine neden olabilir. Bu yüzden insan aklının sınırlarını bezeyen hayal ürünleri ve mitolojik serüvenler hayatımızda hep olacağı gerçeğini değiştirmeyecektir.

Sonuç olarak, mitolojik unsurların varlığı insan canlılığını devam ettiği müddettçe gerçekliğini koruyacaktır. Ve bu gerçekliğinin korunaklılığı aslında insanın kendi korumasıdır. İşte bu yüzden varlığın ve yokluğun açığa çıkması mitolojik ögelerin kendilikleriyle örtüşen bir denkleme sahiptir. Çünkü hayallerin sınırları insanın kendi sınırlarıdır. Bedensel olmaktan ziyade hem enerji olarak hem de düşsel bağlamda bu böyledir. 


Film önerisi: Eragon