Modern zamanlar, yer altında demir solucanlar...

İçleri parazit dolu, sabah akşam gelip gidiyorlar… Gri betondan koca koca dağlar gökyüzünü deliyorlar…

İçleri parazit dolu, sabah akşam inip çıkıyorlar...

Yeşil, skalanın unutulan rengi... Kimse artık kullanmıyor onu.

Tüm bu kaosun ortasında koca bir kız oturuyor salıncakta… Cadı mı, prenses mi, kim bilir? Sallanıyor ara ara, bazen de duruyor.

Gidip sallamak istiyorum onu fakat ne şiddetle sallanmaktan hoşlandığını bilemediğimden izliyorum onu uzaktan. Bacakları bir toplanıyor bir ileri savruluyor. Kendi kendine sallanıyor. Bazen rüzgarda bir yaprak, bazen toprakta bir taş oluyor.

Zaman akıp gidiyor, bir ben duruyorum yerimde sanki… Tüm zaman bana değmeden geçip gidiyor. Ruhum mu kök saldı toprağa? Öldüm de haberim mi olmadı yoksa? Siz biliyor musunuz? Benden en son ne zaman haber aldınız? Size hangi yüzümü gösterdim? Hangi ses tonum konuştu sizle? Aklım, masanın üstünde kalmış bir ekmek kırıntısı... Kuru ve minicik… Kuşlar mı yedi onu yoksa? Zihnimin içinde dinmeyen bir fırtına… Dünyanın içi delik deşik, demir solucanlar yer altında, içleri parazit dolu… O parazitlerden biri de benim aslında. Geleceğe ve ölmüş insanlara mektuplar yazan meczup bir asalak, yaşıyorum dünyanın bağırsaklarında. Dinleyin, yeni bir solucan geliyor, içi parazit dolu. Sondaki kapıya bakın, işte oradan inen benim. Geleceğe mektuplar yazan bir asalağım ben, belli olmayan sağı solu... Okuyor musunuz yazdıklarımı? Duyuyor musunuz feryadımı? Hayır mı? Ah! Ne yazık! Bakıp da görmediniz mi? Okuyup da anlamadınız mı? Ah! Ne fena!